Kayıtlar

Mart, 2025 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Ölü At Teorisi (Dead Horse Theory)

Geçenlerde sanalda dolaşırken bu terim dikkatimi çekti “Ölü At Teorisi” önce Türkiye’nin gündemine gönderme yapıldığını düşündüm ancak araştırırken özellikle iş dünyasında yaygın olarak bilinen bir teori olduğunu bulunca, sizlerle paylaşmak istedim ve hatta bugün birazcık kara bulutlar açılsın diye pek bilinmeyen Nasrettin Hoca fıkrası dahi buldum. Bakın Ölü At Teorisi ile ilgili bulduğum bilgiler; tam olarak ne zaman ve kim tarafından ortaya atıldığına dair kesin bir kaynak yok. Ancak bu kavram, genel olarak değişime direnmenin veya artık işe yaramayan bir şeyi sürdürmenin anlamsızlığını anlatan bir metafor olarak kullanılmaktadır. Ölü At Teorisi (Dead Horse Theory), bir işi veya durumu ne kadar zorlasanız da artık ilerlemeyeceğini anlatan bir metafordur. Temel fikir, eğer bindiğiniz at öldüyse, ona binmeye devam etmenin hiçbir anlamı olmadığıdır. Yani işe yaramayan bir şeyi zorlamaktansa, yeni bir yol bulmak veya bırakmak gerekir. Bu teori kesin olarak bir kişi veya akademi...

DEMOKRASİ…

Bugün size sosyolojinin ana konularından demokrasi nedir? Toplum yaşamını nasıl etkiler? Gibi yazılar yazmaktı niyetim, ancak çok anlamsız geldi birden… Zira aydınlanmak istemeyen zaten okumuyor, olayların bilincinde olanlarda benden daha iyi biliyor. O yüzden çok uzatmadan size Antik Yunan Tarihinden birkaç ders niteliğinde örneklemeler yazarken, Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün neden dünya lideri olarak anıldığını tekrar hatırlatmak isterim. Platon'un Gorgias ve Kriton diyaloglarında Sokrates, "haksızlık yapmaktansa haksızlığa uğramanın daha iyi olduğunu" savunur. Bu, onun ahlak anlayışının temel taşlarından biridir. Sokrates Ne Demek İstiyor? Sokrates'e göre, ahlaki doğruluk insanın ruhuna bağlıdır. Eğer bir insan haksızlık yaparsa ruhunu bozar ve zarar görür. Oysa haksızlığa uğrayan kişi, ahlaki olarak temiz kalır. Dolayısıyla, haksızlık yapmak insanın kendi kendine zarar vermesi anlamına gelirken, haksızlığa uğramak böyle bir ahlaki bozulmaya yol açmaz. ...

Al Bayrağım

Maalesef özellikle son gelen neslin umurun da olmayan, bilenlerin de inancını kaybettiği, bu bilinçsizlikle şu an ki rahat hayatlarını fark etmeyen ve bu vatanın hangi zorluklarla vatan olduğunu öğrenmek istemeyen, vatansızlığın ne olduğunu görmelerine rağmen çok kolaymış gibi umursamayan ve hatta dibindeki savaşları korku filmi gibi izleyen, her şeyden öte bağımsızlığını altın tepsilerle sunmaya hazır, garip bir toplum haline gelmişken, ben bilenin hafızasını tazelemek, bilmeyenin de aslında ne kadar şerefli bir ecdadın torunları olduğumuzu sonradan yozlaşmalarımızı, yobazlaşmalarımızı görmemiz adına, şöyle minik bir tarihi yolculuk yapmak istedim. 12 Mart İstiklal Marşı’nın Kabulü ve Mehmet Akif Ersoy’u Anma Günü’ idi. Bağımsızlığımızı simgeleyen marşımız ve bayrağımız… Bugün bayrağımızın nasıl şekillendiğini ve dünya uluslarında dahi eşi benzeri olmayan sözlerin, bestenin hikâyesi ile sizleri baş başa bırakıyorum. Türk bayrağının şeklinin nasıl bulunduğuna dair birkaç farklı...

Gücün ve Sevginin Adı Kadın…

Kadın… Bir anne, bir eş, bir dost, bir kardeş… Ama her şeyden önce, bir insan. Dünyanın yükünü omuzlarında taşıyan, sevgisiyle karanlığı aydınlatan, sabrıyla her zorluğa göğüs geren bir kahraman. Peki, bu kahramanların Türk tarihinde ki yeri ve önemleri nelerdir? Size bazı kadın kahramanlarımızı derlemek istedim. Türk tarihinde bilim, sanat ve diğer alanlarda önemli başarılar elde etmiş birçok kadın bulunmaktadır. İşte bazıları: Bilim ve Akademi Sabiha Gökçen (‪1913-2001‬): Dünyanın ilk kadın savaş pilotu. Atatürk'ün manevi kızı olarak yetişmiş ve Türk Hava Kuvvetleri'nde görev yapmıştır. Remziye Hisar (‪1902-1992‬): Türkiye’nin ilk kadın kimyagerlerinden biri. Sorbonne Üniversitesi'nde eğitim almış ve bilim dünyasına önemli katkılar sağlamıştır. Afet İnan (‪1908-1985‬): Tarihçi, sosyolog ve akademisyen. Türk tarih tezinin oluşturulmasında önemli rol oynamıştır. Mebrure Gönenç (‪1913-1981‬): Türkiye'nin ilk kadın veteriner hekimi. Canan Dağdeviren (1985-): Giyi...

Bir Kutlama mı, Bir Hatırlatma mı?

Her yıl 8 Mart’ta sosyal medyada çiçeklerle, güzel sözlerle kadınlar günü kutlanır. Reklam kampanyaları, indirimler, rengârenk afişler… Ancak 8 Mart’ın kökenine indiğimizde aslında bir kutlamadan çok bir mücadele günü olduğunu görürüz. 8 Mart, 1857’de New York’ta daha iyi çalışma koşulları isteyen kadın işçilerin başlattığı grevle başlayan ve tarihe damga vuran bir direnişin sembolüdür. Kadınların emek mücadelesinin, eşit işe eşit ücret talebinin ve en temel haklarını elde edebilmek için verdikleri mücadelenin adıdır. Yani 8 Mart, gül verip kutlanacak bir gün değil; haklar için ses çıkarılacak, eşitsizliklerin sorgulanacağı, kadınların toplumsal hayattaki yerinin masaya yatırılacağı bir gündür. Bugün hâlâ dünyanın dört bir yanında kadınlar iş yerlerinde mobbinge maruz kalıyor, ev içinde görünmeyen emeği sırtlanıyor, şiddetin, ayrımcılığın hedefi oluyor. O yüzden 8 Mart sadece "kadın olmak güzel bir şey" diyerek geçiştirilemez. Gerçek mesele, kadınların her alanda eşit ve ...