Kayıtlar

Kasım, 2021 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Alışveriş Çılgınlığı...

Alışveriş Çılgınlığı… Diğer adıyla Kara Cuma… “Alışveriş çılgınlığının arkasındaki tarih.Dünya çapında birçok mağazanın indirime girdiği, her yıl alışveriş çılgınlığına kapılan müşterilerin dükkanlarda yarattığı, bazen ölümlere, yaralanmalara varan izdiham (sadece ABD'de 2006'dan bu yana Kara Cuma alışverişi sırasında 10 kişi öldü, 111 kişi yaralandı) ve kent merkezlerindeki yoğun trafikle anılan "Black Friday" (Kara Cuma) geride kaldı. Son yıllarda "Efsane Cuma", "Güldüren Cuma" gibi isimlerle Türkiye'de de yaygınlaşan, takip eden Pazartesi günü internet sitelerinde "Cyber Monday" (Siber Pazartesi) ismiyle devam eden bu büyük indirim furyası, tüketim çılgınlığından rahatsız olanların protestolarına da konu oluyor. 1992'de Kanadalı sanatçı Ted Dave tarafından ortaya atılan "Satın Almama Günü" bunlardan biri. "Kara Cuma" ile aynı gün insanları aşırı tüketimin toplum ve gezegenimiz üzerindeki etkilerini

Umut...

Umut… Bir öğretmenler günü de coşkuyla kutlandı. Hep özel günler zaten coşkuyla kutlanmıyor mu? Özel günler, haftalar… Ya, medyada kınım kınım kınanıyor ya da körler sağırlar birbirini ağırlayıp eller havaya kıvamında günü kurtarıyoruz… İyi de hayatımızda değişen bir şey ya da yaptırımımız oluyor mu? Bence, hepsi hikâye. Yine kadınlar, çocuklar, hayvanlar kısacası masum olan bütün canlılar katlediliyor ve özgürlükleri kısıtlanmaya devam ediliyor. Öğretmenler eskiden mesai sonrası pazarda meyve sebze satarken, şimdi de özel dersler… ne bileyim… özel kurumlar da gizli saklı çalışmaya devam ediyor. Anlayacağınız herkes gibi öğretmenlerinde ekonomik sıkıntısı devam ederken, sadece yan dal işlerinin şekli değişiyor. Bu arada hakkımızı aramaya çalışırken de nedense yanlış zamanlar da ve yanlış konular üzerine birden bire sokaklara dökülmeye başlıyoruz. Sahi… Atalarımıza, şehitlerimize küfredilirken, vatanımızın her karışı satılırken, ekonominin altüst olmaya başladığı

Becerikli İnsan...

Becerikli İnsan … Bazen, bizim gibi kendi halinde bebelerin eğitimcilerine belirli yetki verseler nasıl olur acaba? Diye düşünürüm… Bence çok iyi olur! Neden mi? Çünkü biz Okulöncesi öğretmenlerin tek yarışı, özgüveni yüksek, sosyal, vicdanlı, değerlerine sahip çıkan çocuklar yetiştirmek… Notla, sınavla gelen kişisel başarıyla hiçbir derdimiz olmadığı için, işimiz gücümüz çocuğumuzun duygusal ve sosyal zekâsını geliştirmek. Ki 28.yılımı bitirmek üzere olduğum meslek hayatımda, çocuk kulübünün de öğrencilerinin eğitimi ile de ilgilenme avantajımdan kaynaklanan saha gözlemlerim sonucu; başarı illa akademik başarıyla ölçülmez, duygusal ve sosyal zekâsını geliştirip beslediğiniz her çocuk mutlaka başarı sağlar ve sağladığı başarı gerçek başarı; “hayat başarısıdır…” Şimdi bakıyorum Dünya 2000 yılında PISA dediğimiz öğrenci programıyla bunun peşinde… Bir çocuğun 15 yaşına kadar sosyal ve duygusal zekâsını geliştirdiğiniz de bırakın o çocuk zaten yolunu bulur… Peki, Ulus

Hiç Bu Yönünden, Onu Tanıdınız Mı?

Hiç Bu Yönünden, Onu Tanıdınız Mı? Bugün arkadaş grubundan gelen bu mesajla sizleri baş başa bırakmak istiyorum. Bu sefer ben yazmıyorum zira bu anlamlı yazıya ilave edebilecek hiç bir şey yok.Bu duyguları yazan 9.Sınıfa giden üç öğrenci. Bakın ne güzel ifade etmişler,İNSAN….Mustafa Kemal’i “Atatürk’ün hep “kahraman” olduğunu söylediler bize… Düşmanları nasıl yendiğini, ulusunu karanlıktan aydınlığa nasıl çıkardığını, yurdu nasıl kurtardığını, zaferden zafere nasıl koştuğunu, yurtsever biri olduğunu ve ulusu için neler yaptığını, her başarıyı kendisine değil de ulusuna mal ettiğini, dünyaya hükmeden kararlı bir devlet adamı olduğunu anlattılar. Her söyleyen, her söylediğinde gerçekten de haklıydı. O, bizim için hep ulaşılmaz, hep ayrıcalıklı biriydi. Atatürk’ü bir “kahraman” olarak değil de bir “insan” olarak düşündünüz mü hiç? Oysa O, saydığımız tüm üstün niteliklerinin yanında bir “insandı”. O da bizim gibi banyo yapan, yemek yiyen, pijama giyen, ağlayan, üzül

Çok Mu Yalnızız Ne?

Çok Mu Yalnızız Ne? Bugün bunu düşündüm, evet ne çok yalnızız aslında şu koca dünyada, neden mi, böyle düşündüğüme gelince? Etrafınıza alıcı gözüyle baktığınızda fark edersiniz. Yok…yok.. .insanların hüzünlü bakışı, değil fark edilen aksine herkes gayet düzgün, mutlu, havalı… Sahi, gerçek bu mu acaba? Fakındaysanız, sosyal ve psikoloji bilimi artık bilimden çıkıp her köşeye bakkal gibi açılan,iki kursla işi götüren ticarethanelere dönüşmüş durumda. Yine frakındaysanız eskiden, ekrana çıkanların yaptırdığı botokslar, dolgular artık yaş gözetmeksizin herkesin uygulattığı yöntemler haline geldi. Peki, bunca çılgınlığın nedeni nedir sizce? Yaşam koçu, danışmanlık denilen kavramlar artık günümüzün iş sahası haline geldi. Neden insanlar gerçek psikolog ya da ruh doktoru varken böyle yerlere rağbet eder… Daha yirmili yaşlardayken neden insanlar yüzüyle, vücuduyla oynama ihtiyacı duyar? İşte, bütün bunun nedeni içlerinde yaşadıkları kocaman yaln

Uzay Çağını Reddedenler

Uzay Çağını Reddedenler Zaman zaman hala fakülte okumamı garipseyenler olur, öyle ya zaten bir mesleğim var, mesleki bütün eğitimlerimi almışım dahasına ne gerek var değil mi? Var arkadaşlar dahasına da gerek var hele bebelerin öğretmeniyseniz, aydın gençlik yetiştirmek için var… Ayrıca okumak ve yazmak insanların beynini dinç tutar ve yaşlılıkta yaşanacak olan zihinsel hastalıklar en aza iner. Yine Sosyoloji sınavına hazırlanırken din ve toplum konusu gözüme ilişti geçen yılların konusuydu, ancak gözüme çarptıkça da unutmama adına şöyle bir gözden geçiririm. Bir kez daha gördüm ki dini de toplum normlarını da aslında bireyler yönlendiriyor ve kuralları koyan yine onlar. Neyse tarikat ve mezheplere bakarken adını bilmediğim, duymadığım o kadar çok isimleri görünce ilgimi çeken bir tarikatı sizle paylaşmak istedim, ayrıca bunca çılgın tarikatlar varken bizde ki tarikatların sapkınlıklarını garipsememek gerektiğini de görebildim. Bütün bunların tek nedeni cahilleştirilen v

Felaketler Ayı Kasım…

Felaketler Ayı Kasım… İnternette şöyle bir gezelerken dikkatimi çeken kasım ayının felaketlerle dolu olduğunu fark etmem oldu. 12 Eylül 1980 darbesinden iki yıl sonra 7 Kasım 1982 yılın da Anayasa referandumunda %91.37 oranında kabul edilen “evet” oyu… Nasıl kabul edilmesin ki, ordunun belirlediği şeffaf oy zarflarının dışından “ret” için kullanılan mavi pusulayı hangi yürek oylayabilirdi ki? İşte, korku kültürüyle yoğrulan Türk halkının o “evet” oyuyla, 1982 Anayasasının temel özelliği ,otorite-özgürlük dengesinde ağırlığını belirgin biçimde otoriteden yana koymasıydı. Anayasanın daha sonra değiştirilen Başlangıç Bölümü’nde “kutsal Türk devletinin varlığına karşı Cumhuriyet tarihinde görülmemiş bir iç savaş ve ayaklanmanın gerçekleşme noktasında” Türk Silahlı Kuvvetlerinin müdahale ettiği yazılmıştı. Bu Anayasa'yla yasama-yürütme ilişkisinde yürütmenin güçlendirilmesi, temel hak ve özgürlüklerin ciddi biçimde kısıtlanması hedeflenmişti. Ve öğündür bugündür hak ve özgürlü

Hepimiz Dört Kollunun Yolcularıyız...

Hepimiz Dört Kollunun Yolcularıyız… Bu aralar ortalık sanki biraz karışık, eğer fukara gazetesi bir şeyler fısıldamaya başladıysa mutlaka altında abartıda olsa gerçekler vardır, bunu hepimiz biliyoruz. Hırsın, kudretin, gücün, açgözlülüğün bilmediği ya da unuttuğu, kader denilen veyahut buna evrenin, ilahi gücün etkisi diyelim, işte bu faktörü gözden kaçırmışlığı oldu hep... Zira her canlının hangi nedenlerden olursa olsun, bu dünyada bir yaşam ömrü vardır. Bunu önlemenin olurunu da hala insan evladı bulamamış, türlü bilimsel çalışmalarla da çabalamaya devam etmektedir. Hele birde, ülkenin yöneticisiyseniz. Bu doğal süreç hep gizlenmiş, yok muş gibi diğer yöneticiler tarafından ülke yönetimi devam etmiştir. Tarih sayfalarında, ülke liderlerinin sağlık ya da ölüm haberlerinin günler sonra halka duyurulduğunu okumuşluğumuz var. Geçenler de Orhan Veli’nin nasıl öldüğü ile ilgili bir yazı gözüme çarpmış ve bir gün kullanırım diyerek bir kenara saklamıştım,

Senin Penceren Nereye Açık...

Senin Penceren Nereye Açık… Sahi sizin pencere nereye doğru açık? İnsanlar ailesinde, çevresinde, bulunduğu toplumda ne görmüşse, ne öğrenmişse onu bütün dünyanın kabul ettiğini düşünür. Örf, adet, ananeler, töreler, inançlar da bu çerçevenin içinde oluşur. Bunu hepimiz biliriz. Bir Azeri’ye Pezevenk (onlarda devlet adamı, büyük insan anlamına gelir)dediğinizde mutlu olurken, bizim toplumumuzda küfür sayılıp kavga nedeni olur. Ruslar dudak dudağa öpüşerek selamlaşırken, biz de cinayet nedeni olacak bir eylem haline gelir. Bu ülkeden ülkeye, toplumdan topluma ve hatta şehirden şehre değişen garip bir yaşam biçimidir. Batıda yaşayan bir insan için ikramı reddetmek ne kadar doğalsa, doğuda ki bir insan için beğenilmemek, hor görülmek anlamına gelir ki bir bardak çayı bile reddetmek misafir olduğunuz eve saygısızlıktır. Biraz önce de yazdığım gibi aslında bütün bunları çok iyi biliyoruz. Aynı coğrafyada yaşasak bile, herkesin farklı bir pencereden yaşamı