Kayıtlar

Memleketime Bahar Gelmiş…

Mevsim geçişlerinde hepimizin ruh hali değişim içine girer. Ya çok mutlu, heyecanlı coşkulu oluruz ya da hüznün, umutsuzluğun dibine vururuz. Yetişkin insanlarda hal böyle olunca, daha duygularını kontrol edemeyen, tanıyamayan çocuklarda durum daha vahim hale gelir. Hele özel durumda ve gelişim evresinde olup üstüne ergenlikle dönemindeyseler… Ebeveynlerin bittiğinin, tükendiğinin resmidir. “Bu dönemler ne zaman bitecek” dediğinizi duyar gibiyim… Evet, çocuk doğduğu gün itibarıyla başlayan ve ortalama 20-25 yaş arasında son bulan ruhsal ve fiziksel bir yolculuğa çıkar ve bu yolculukta en yakınındakiler sonsuz hoşgörülü ve sabırlı olmak gibi bir sınavdan geçerler. Freud’un “Fallik” dediği, 2-5 yaş arası dönemlerde çocuğun, dünya ile çatışması başlar. “Dünya” ile diyorum, zira derdi sadece ebeveynleri değildir. O anlamlandıramadığı, tanımlayamadığı her şeye karşıdır. İnsan evladı doğası gereği bencil varlıklardır. Bu bencilliği yetişkinler geçmiş tecrübelerine dayanarak örtbas edi

Yollar Taş, Toprak…

Yüzyıllardır, o zamanda yaşayan hiçbir filozof zamanın nesillerini beğenmemiş ve gelecek nesillerin gelişimini iç açıcı bulmamıştır. Galiba bu doğanın kanunu. Mevcut yapı her zaman, geleceğini eksik ve tamamlanmamış ve hatta daha da dibe vurduğunu düşünerek türlü eleştirilerde bulunmuş,hiçbir zaman takdir etmemiştir. Bugün benim yazdıklarım filozofların düşüncelerini doğrular nitelikte olsa da aslında daha vahim durumlara gebe olduğumuzu da sosyolojik, ahlaki açıdan incelendiğinde haklı gösterir gibi olacak… Evet, bir bayram geçirdik. Bu arada herkesin bayramı tekrar kutlu olsun. Benim gibi çorunu çocuğu büyütüp yoğun iş temposunda olanlar için bu uzun tatil dinlenme için bir fırsat oldu. Ancak mesleğiniz insan ve hatta çocuk olunca tatiller bile size ders niteliğinde geri dönüyor. Çünkü etrafınıza herhangi biri gibi bakamıyorsunuz ve hatta bu iş bazen çekilmez oluyor. Kendime çok kızarım bu konuda “be...kadın, yıllardır çalışırsın, kırk yılda bir kere mis gibi tatile gitmişsin,

UYANIŞ...

Evet, galiba artık uyanmaya, kendimize gelmeye, haksızlıklar karşısında tepki vermeye başladık gibi… Ya da denize düştük yılana sarıldık… Kim bilir? Ancak bir gerçek var hepimiz çok yorulduk çok! Peki, bu uyanışı acaba çocuk büyütenler ne zaman gerçekleştirecek? Zira ülke şartları iyileşme göstersede bu iyileşmenin aktörleri, yani halkı oluşturan bireyler ruhsal ve bedensel sağlıklı olmadığı sürece iyileşmenin devamlılığı olabilir mi? 2 Nisan otizm farkındalık günüydü, ”onlar farklı değil, özel” dendi duruldu. İçinizden kaç kişinin otizmli eşi, dostu, evladı var bilmiyorum, ancak onlarla yaşayan insanların hiç de pembe bulutlarda gezdiğini düşünmüyorum. Özel durumu olan bireylerle yaşam, sırtınıza milyon kilo taşı yükleyip taşımanızdan farklı değildir. Zordur yaşam hem maddi, hem manevi. Peki, doğuştan olmadığı sürece, neden çocuklarımızda otizm spektrum bozukluğu, algısal gelişim geriliği, disleksi, DEHB bu kadar fazlalaştı? Çocuk istismarlığı gibi bun

LEYLEKLER

Bugün internette gördüğüm bir yazıyı paylaşarak konuya girmek istiyorum. Yazının sonunda yazarın kim olduğu bilinmediği için alıntı denmiş. Bence çok bilinen ancak bizim bilmediğimiz bir kalemden çıkmış bir yazı… Yazıyı biraz kısaltmak zorunda kaldım zira bana verilen bölümü çok geçiyordu. Bir solukta okudum dilerim sizler içinde aynısı olur. “Pamuk yumaklarını andıran yavrular yuvanın ortasında birbirine sarılmış kıpraşırken, anneleri onları seyrediyordu. Leylek yavruları için yiyecek toplamak için uzun bir uçuştan sonra hiçbir yere konmadan tekrar yuvaya dönmüştü. Neden bu zamana kadar beklemişti ki? Soğuk günlerde onları korumak için üzerlerine yatmış, yağmurlu günlerde kanatlarını açmış ve ayakta bir çatı gibi saatlerce beklediği olmuştu. Şimdi ise çok zor bir kararın eşiğindeydi. Gözlerini en küçük yavrudan alamıyor, yuvanın kenarında kıpırdamadan onu izlerken küçük yavru başına geleceklerden habersiz annesine gagasını uzatarak aç olduğu duyurmaya çalışı

Sosyal Biliş ve Etkileri

Sosyal biliş, sosyal psikolojinin “insanları nasıl anlarız, onlar hakkında izlenimlere ve yargılara nasıl varırız” gibi sorulara cevap vermeye çalışan alt dalıdır. Kişi Algısı: Sosyal psikologlara göre, insanlar çoğu zaman“bilişsel varyemez”lerdir. Başka bir deyişle karmaşık ve yorucu hayatlarımızda sınırlı zihinsel kaynaklarımızı idareli kullanmaya çalışırız. Başka insanlar söz konusu olduğunda da durumun gerektirdiği kadar kafa patlatırız, daha fazla değil. Şemalar: Bilişsel Psikolojinin temel prensiplerinden biri, dünyayı şemalar yardımıyla algıladığımızdır. Şemalar hayatın değişik öğeleri hakkında zihnimizde var olan basite indirgenmiş, genelleştirilmiş resimlerdir. Bu şemalar bazen bireysel deneyimlerimizden damıtılmıştır, bazen yakın çevremizin ve bizi kuşatan sosyokültürel ortamın izlerini taşırlar. Medyanın da şemalarımızı biçimlendirmekteki etkisi tartışılmazdır. İçerik ve kökenleri ne olursa olsun, kullandığımız şemalar neye dikkat ettiğimizi, neyi hatırladığımızı, nası

BİLSEM ÇILGINLIĞI

BİLSEM..? Ya da tam ismiyle Bilim ve Sanat Merkezleri. Türkiye'deki özel yetenekli öğrencilerin yetenekli oldukları alanları fark etmeleri ve yetenekleri doğrultusunda gelişebilmeleri amacıyla, okullarına ek olarak eğitim alabilecekleri kurumlar olarak tanımlanıyor. Bireysel zekâ testi sonuçlarına göre Bilim ve Sanat Merkezine kayıt hakkı kazanılır. Rehberlik ve Araştırma Merkezleri koordinesinde genel yetenek, resim ve/veya müzik alanlarında yetenek sınavı açılır. Yetenek sınavında komisyonca belirlenen puanı alan öğrenciler de genel yetenek, resim ve/veya müzik yetenek alanı öğrencisi olarak Bilim ve Sanat Merkezine kayıt edilir. Kayıtları yapılan öğrencilerin hazır bulunuşluk düzeyi ölçüldükten sonra Bilim ve Sanat Merkezlerinde; a) Uyum (Oryantasyon), b) Destek Eğitimi; 1) İletişim Becerileri, 2) Grupla Çalışma Teknikleri, 3) Öğrenme Yöntemleri, 4) Problem Çözme Teknikleri, 5) Bilimsel Araştırma Teknikleri, 6) Yabancı Dil, 7) Bilgisayar, 8) Sosyal Etkinlikler, c)

Biraz Dertleşelim Mi?

Böyle başlıklar attığımda kendi kendime tebessüm etmeden geçemiyorum. Sanki sizin “hayır” deme şansınız varmış gibi… Tek seçeneğiniz bu durumda, yazıyı okumadan geçer gidersiniz. Keşke herkesle tek taraflı iletişim yerine, karşılıklı iletişime geçme şansım olsa. Emek harcamaya vakti olan, meclis üyeliklerine girmeye çalışanlara o yüzden hep imrenirim. Zira eğer o meclise girme şansları olursa ne güzel şehirleri için, toplumun iyileşmesi için söz söyleme imkânları olacak (ya da benim hayalimde ki meclis üyeliği bu olsa gerek ). Ben ve benim gibiler de ancak yüzyıllardır yazar durur. Kime, ne derece sesimizi duyurabiliyoruz pek bilemiyorum. Sadece yazılanların yansımasını okuyucu sayısıyla anlamaktan başka değerlendirme yapıyoruz. Birde bizlere göre normal olan ya da toplumun zaten fısıltıyla birbirlerine anlattıklarını yazdığımızda, toplum normlarına ve yönetime aykırı görülüp savcılığın dikkatini çektiğimizde, “aman… Valla da ciddiye alınıyormuşuz” diyoruz. Anlayacağınız