Kayıtlar

Temmuz, 2021 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Vurun garibanın ensesine!

Bugün iki konuyu bir ele alacaktım, ancak baktım ki iki konu ile ilgili o kadar çok yazacağım laf var ki sizi bayar fenalıklar geçirtirim, o yüzden ilk konum mülteci hikâyesi olacak, ikincisi de cayır cayır yanan, patır patır acımasızca yaşanan doğa katliamı. 2020 yılının verilerine göre dünya genelinde 80 milyonu aşan zorunlu göçler yaşanmış. Türkiye dünyanın en fazla mülteciye ev sahipliği yapan ülkelerin başında geliyor.2.Dünya savaşından bu yana yaşanan en büyük mülteci krizini yaşıyoruz. Şimdi en kalabalık kafileler, savaşlar ve katliamların paramparça ettiği Ortadoğu ülkelerinden dünyaya dağılıyorlar. Tabi ki ilk durak komşu ülkeler, yolları da çoğu zaman Akdeniz oluyor. Bizim kaderimiz zira konum itibarıyla doğu ve batının geçiş yolu olma gibi bir talihsizlik yaşarken, bizi yönetenlerin bu krizleri doğru planlamayıp, yönetemediklerinden ileri geldiği de bir gerçek. Yoksa yüzyıllardır benim ülkem hep göç almıştır ki ben de anne tarafından Bulgaristan Şumlu göçmeniyim

Sağır İsmet…

Sağır İsmet… Atatürk’e ayyaş diyen, İsmet Paşa’ya da sağır diyen bir zihniyetin oluşturduğu kitleye siz ne derseniz deyin, bu büyük devlet adamlarının yaptığı hizmetleri anlatamazsınız. O ayyaş tayfası olmasaydı, sağır denilen bir devlet adamı olmasaydı. Sizce nice olurdu halimiz? 1923 yılında Lozan’da Lord Curzon’a üstünlük sağlamış ve Adolf Hitler’i de köşeye sıkıştırabilecek sert ve yetenekli bir devlet başkanı olarak tanırken ve Joseph Stalin’in şu sözleri sarf ettiği bilinirken: “Rusya’nın dışında tavsiyesine saygı duyduğum tek kişi İnönü’dür”. Ve dünya ülkelerini dize getirebilen beyin takımını herkes kabul etmişken, bizler hala nankörlük etmeye devam ediyoruz. Peki, Lozan’da ne oldu? “Türkiye, 1922 Eylül’ünde Yunan ordusunun işgalinden kurtulduğunda, artık takati kalmamış bir ülkeydi. Gayet fakir düşmüş; savaş değirmenini Bolşevik yardımlarıyla döndürürken acilen barışa gereksinimi vardı. Anadolu Savaşı’nın galibi olarak Lozan’a gitse de, orada

Ölüm, Allah’ın emri ah şu ayrılık olmasa!

Ölüm, Allah’ın emri ah şu ayrılık olmasa! Bu aralar sizler gibi bende çok kayıplar verdim. Kimi zamansız kimi zamanlı oldu kayıplarımın ve çok küçük yaşta yaşadığım kayıplarım, gençliğimde terk edilmelerim bana acıyla nasıl baş etmem gerektiğini bir şekilde öğretti. Her ne kadar zaman zaman “ruhsuz ve duygusuzsun” eleştirilerini alsam da her insanın kayıplara karşı tepkisi, kendini koruma altına alma şekli, acıları sünger gibi için de hapsetme biçimi farklıdır. Toplumda yanlış kanı olan, sadece ölümlerin arkasından yas tutma anlayışı da genel de hepimizi yanılgıya sokar. Peki, yas nedir? Yas, bir kayıp sonrası yaşanan, keder duygusunun hâkim olduğu bir süreçtir. Yas dönemi kayba alışma sürecidir. Kayıp ve yas dendiği zaman genellikle akıllara sevilen birinin ölümü gelse de ölüm olmadan da kayıp olabilir. Bir ilişkinin, bir arkadaşlığın bitmesi, işe son verilmesi, itibar kaybı, sağlığı, gençliği kaybetmek, vücudun bir parçasını kaybetmek de bir kayıptır ve arkas

"Doğa üstü varlığa sunulan "can..." "

‘‘Doğa üstü varlığa sunulan “can…” ’’ İnsan doğası üzerine tartışan Rousseau, Locke ve Montesquieu gibi aydınlanma filozoflarının asıl dertlerinin insanın nasıl olup da toplum halinde yaşamaya başladığını anlamaktı. İnsanın doğasında nasıl bir varlık olduğu hususunda birbirleriyle ihtilafa düştülerse de aslında hepsi de insanın doğa durumu hakkında çaresiz bir düşünce içindeydiler. Çünkü doğal durumu bilimsel imkânlarla hiç kimsenin hiçbir zaman bilme şansı olmayacaktı Ne kadar eski olursa olsun ve nerede olursa olsun insanların öte dünyayla, görünen dünyanın ötesiyle ilgilendikleri, nereden gelip nereye gittikleriyle ilgili soruları anlamlandırdıkları ve toplumda kutsal ve din dışı alanları oluşturup tanımladıkları belli bir davranış düzeyi daha vardır. Bu da din kurumudur. Ekonominin tam da Marksist anlamda diğer bütün kurumları belirlediği toplumlar olabildiği gibi ekonominin bilhassa siyaset veya din tarafından veya aile yapıları tarafından belirlendiği toplumlar veya durumlar

Vitrin güzelleri...

Vitrin güzelleri… Hani bilirsiniz, mağazalarda vitrinlerde ki albenisi olan ürünlere ağzımız açık öyle bir bakarız. İçimizden ne kadar güzel olduklarını düşünür ve mağazanın içine beğendiğimiz ürünü ya yakından görmek ya da denemek için gireriz. Kimi bedenimize yakışmaz, kimi de dışardan göründüğü gibi kaliteli çıkmaz ve almaktan vazgeçerken büyük bir hayal kırıklığına uğrarız. İşte! İnsan ilişkileri de maalesef aynı böyle… Bu yanılgıları hiç yaşamadım diyende kendini kandırır. Malum sanal bir dünyanın içinde boğulmuş durumdayız. Sayfaları gezerken çok güzel hanımlara, yakışıklı beylere ve ince, esprili, anlayışlı kısacası kafası çok çalışan insanların paylaşımlarına sürekli rast geldiğimizi biliyorum ki çoğuna ya imrenerek ya da iç geçirerek baktığımızı da biliyorum. Niye mi biliyorum? Bende onlardan biriyim de ondan… Paylaşımlarını takip edip “ah ne güzel kadın” dediğim ancak gerçek yaşamda tanıyamadığım o kadar çok vitrin güzeli olduk ki hayatımda… Ya da İmla kurallarına uyarak sad

"Yan gelip yat”

“Yan gelip yat” Bu akımı duyduğumda “olacağı buydu” dedim. Zira bu dünyada ne yaparsan yap bitmek bilmeyen taht kavgalarına, sömürüye, savaşlara, adil olmayan düzene, gelir uçurumuna, her geçen gün adı değişen salgının yayılmasına, bir türlü mani olamıyoruz. Ayrıca, dünya politikasının geliştirdiği “kazan, başarılı ol ve harca, bunun için de her yol mubahtır” anlayışı yüzyıllardır toplumları kontrol altına almak için süre gelmiştir. Özgürlüğün, demokrasinin altındaki madde köleliği de toplumdan topluma dalga dalga yayılmış ve insanları modern köle haline dönüştürmüştür. Anlayacağınız bu bize has bir açgözlülük değil. Türkiye de lüks yaşam, her şeye sahip olma arzusunun aşılandığı dönemin Turgut Özal’dan bu yana Türk toplumunu sarmalladığını düşünüyorum. Düşünün; genç bir ülke, savaştan çıkmış yorgun,fakir ve Atatürk’ün ölümünden sonra ki yaşamında da başlayan taht savaşları sonucu, yine yoklukla,siyasi çatışmalarla susturulmaya çalışana bir ulus,zira yapılan bütün oyunların

Mor İğne

Mor İğne Mor iğnenin hikâyesine geçmeden önce, “neden kadın hareketlerinde mor renk seçiliyor?” Onu sizinle paylaşmak istiyorum. Ve bu bağlamda bir kez daha bütün okuyucularıma teşekkür ediyorum, zira sizlere yazı yazma adına farklı konularda araştırma yaparken sayenizde bende çok bilgileri öğrenmiş oluyorum. Peki, kadının rengi neden mor? Mor rengin kadınların eylemlerinde tercih edilmesi psikanaliz Ingrid Riedel ve renk psikoloji uzmanı Harald Braem’e göre şöyledir; Ingrid Riedel’e göre ; “ insan psikolojisinin ve bilinçaltının derinliklerinde ”Hermafrodit” simgesi yatmaktadır. Hermafrodit simgesi Yunan mitolojisinde hem kadın hem de erkekten iz taşıyan iki cinsiyeti de temsil eden insandır. Hırçın erkeğin rengi kırmızı ve uysal kadının rengi mavi birleşiminden ortaya çıkan bu renk aslında ”zıtlıkların tek bedende birleşme noktasını simgelemektedir” Renk psikoloji uzmanı Harald Braem’e göre ise; “erkeksi kırmızı ile kadınsı mavinin karışımı, kadın hareketleri açısından aynı

La Fontaine’den Masallar

La Fontaine’den Masallar Bir yöneticinin özellikle kalabalık bir topluluğu yöneten yöneticinin, en büyük düşmanı kimdir bilir misiniz? Yanında çalışan,yalaka takımı. Bu yüzdendir ki yüzyıllardır, yöneticilere danışmanlık yapan,ona bilgi aktaranların hatalarıyla savaşlar kaybedilmiş,ülkeler yok edilmiş,çokça isyanlara sebebiyet vermiştir. Sizce Enver Paşa’ya doğru bilgi verilmiş olsaydı ,Sarıkamış’ta o kadar çok Türk evladı donarak ölür müydü? Ya da Fransız devrimin de Fransa Kraliçesi Marie Antoinette; “ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler” sözünü, Kraliçeye mal edip devrimden sonra başının giyotinle kesilmesine izin verir miydi? ( Kaynaklar bu sözün kraliçeyi kötülemek amacıyla saraydaki adı bilinmeyen bir prensesin hizmetkârlara söylediğini belirtiyor) Ya da aklı başında bir yönetici, açlık sınırına gelmiş halkına “lokmalarınızı azaltın” ya da “açız, evimize ekmek götüremiyoruz” diyen çiftçiye, “abartma, al çay iç” diyerek çay paketini fırlatıp atar mıyd

Gülümsemenin adıdır çocuk...

Gülümsemenin Adı “Çocuk” Bazen, doğduğumdan bu yana aynı mesleği yaptığımı hissediyorum. Gerçi az zaman da değil, zira yirmi iki yaşında başladığım mesleğimin içinde elli yaşına geldim bile… Düşününce, bir ömür. Her dönem değişik bebeler, değişik aileler ve yeni yeni hayatlara şahitlik yapmak… Artık bir süre sonra insanlara, hayata, çevreye normal insanlar gibi bakamıyorsunuz ve hatta normal konuşamıyorsunuz bile, çünkü meslek o kadar içinize giriyor ki karşınızda ki yetişkin dahi olsa, iki-üç yaşında bir çocuğa anlatır gibi derdinizi anlatmaya çalışıyorsunuz. Karşınızdaki de sürekli “tamam anladım, anladım” demekten yoruluyor. Biz çocuk gelişimcilerin en keyifli yanı ise, çocuklar gibi anlık öfkelerimizin olması, kin tutmamamız ve sıkıntıları çok kafaya takmadan olayı pozitif hale getirme yeteneğimiz, birde yetişkin dünyasına ayak uydurmakta zorlanmamız. Çocuklar gibi, düşündüğümüzü söyler ve onlar gibi o an yapmak istediğimizi yapar ve olmaz denilenleri oldurmak için her yolu deneriz

Filler tepişir, çimenler ezilir.

Filler tepişir, çimenler ezilir. Yunan mitolojisine göre, Zeus kendisine en değerli hediyeyi verene kentin koruyuculuğunu verecektir ve bunun için bir yarışma açar. Denizlerin tanrısı Poseidon, Zeus'a uzak diyarlara dahi uçarak gidebilen ve savaşta yenilmeyecek bir At armağan eder. Athena ise Zeytin ağacını. Yarışma çetindir çünkü ikisi de Zeus'a dünyanın en güzel hediyesini vermek isterler. Kuşkusuz dünyanın en uzak diyarlarına gidebilecek ve yenilmez savaşçı bir At mükemmel bir hediyedir, ancak Zeytin ağacı daha mükemmeldir. Zeytin ağacının muazzamlığı karşısında başta Zeus olmak üzere tüm Tanrılar, Tanrıçalar büyülenmiş ve ağacın kutsallığı karşısında donakalmışlardır. Tüm hırsına ve kazanma isteğine rağmen Poseidon bile, zeytin ağacından o kadar etkilenmiştir ki aralarındaki çekişmeye rağmen zeytin ağacının üstünlüğünü kabul eder. Bunun üzerine, Athena Zeytin ağacından bir dal kırıp Poseidon'a verir ve öylece aralarındaki düşmanlık zeytin ağacının rakips

Ben anladım sizi...

Ben anladım sizi… 21 faizsiz konut şirketinin işine son verildi… Sivas Katliamı için söylenmiş şarkılar… “İstanbul Sözleşmesi yaşatır…” İmamoğlu’ndan Soylu’ya tepki… Ben anladım sizi… SOSYAL MEDYADA PAYLAŞ MANŞETLER, YAZARLAR 2 Temmuz 2021 0 YORUM Seray Sayar Levent Ben anladım sizi… Aslında bugün toplumun cinnetinden bahsedecektim. Lakin kuruma geldiğimde kapımın önündeki sokağın asfaltlarının sökülmesini görünce, “yahu… Neyin felsefesini yapacaksın, işte sana cinnetin nedeni” diyerek. Kendi şehrinin girdiği batağı çözemeyince, yanlış kararlar veren bir halkın bireyi olarak, “bırak toplumun cinnetini, sen önce kendi cinnetini anlat” dedim. Evet,ben merkez ve yerel yönetimin ne yapmaya çalıştığını anladım , iyi de hepimizi alacak kapasitede bir akıl hastanesi daha inşa edilmedi.İşte bu sorun, nasıl çözülür onu hiç bilmiyorum…. Bugün gazetemin adı gibi Muhalefet günüm galiba… Kimden umut etsek, neden umutlarımız hüsrana uğruyor? Acaba, biz orta zekânın altında mıyı