Gülümsemenin adıdır çocuk...

Gülümsemenin Adı “Çocuk” Bazen, doğduğumdan bu yana aynı mesleği yaptığımı hissediyorum. Gerçi az zaman da değil, zira yirmi iki yaşında başladığım mesleğimin içinde elli yaşına geldim bile… Düşününce, bir ömür. Her dönem değişik bebeler, değişik aileler ve yeni yeni hayatlara şahitlik yapmak… Artık bir süre sonra insanlara, hayata, çevreye normal insanlar gibi bakamıyorsunuz ve hatta normal konuşamıyorsunuz bile, çünkü meslek o kadar içinize giriyor ki karşınızda ki yetişkin dahi olsa, iki-üç yaşında bir çocuğa anlatır gibi derdinizi anlatmaya çalışıyorsunuz. Karşınızdaki de sürekli “tamam anladım, anladım” demekten yoruluyor. Biz çocuk gelişimcilerin en keyifli yanı ise, çocuklar gibi anlık öfkelerimizin olması, kin tutmamamız ve sıkıntıları çok kafaya takmadan olayı pozitif hale getirme yeteneğimiz, birde yetişkin dünyasına ayak uydurmakta zorlanmamız. Çocuklar gibi, düşündüğümüzü söyler ve onlar gibi o an yapmak istediğimizi yapar ve olmaz denilenleri oldurmak için her yolu deneriz. Anlayacağınızı bizim meslekte negatif olan, yüzü asık eğitimci pek görmezsiniz. Çocuğun dünyası bana çok şeyler öğretti. Artık saniyelik gördüğüm bir çocuğun psikomotor gelişiminden tutunda, zihinsel gelişimine kadar ne olduğunu fark ederken, mutlu mu, mutsuz mu bir aileden geldiğini bile fark etmek gibi meziyetler bile kendiliğinden gelişiyor. Kendim ile hoşlanmadığım bir durum ise, kötülük yapan bir yetişkine kızmaktan ziyade “acaba çocukluğunda ne yaşamış” diye düşünmem.” Sana ne, kötülük yapanın çocukluğu” değil mi? Olmuyor işte mesleki deformasyon dedikleri bu olsa gerek. Gelelim gülümsemeyi beceremeyen, mutsuz, asık suratlı çocuklara. Bir çocuğun gülmeyi bilmemesi en çok canımı yakan durumlardan biridir. Zira çocuğun adıdır gülümseme… Çünkü gülümseme de mutlulukta, görerek öğrenilen bir davranış şeklidir. Biz, mutluluğu, gülümsemeyi, hoşgörüyü bilmeyen aileden gelen çocuğa, bunları öğretmek için uğraşır dururuz. Aile ne kadar önemli değil mi? Çocuk önce ailesinden öğrenir, sonra bizler bu öğrenimin üzerine birer birer tuğlaları ekleyerek onlara şekil vermeye, bundan sonra ki yaşamlarında o tuğlaların sağlam olmasını arzu ederek onları, yetiştirmeye çalışırız. Eğer bir çocuk gülmeyi beceremiyorsa, kendi dünyasında kim bilir neler yaşıyordur. Mutsuz, geçimsiz bir ailenin içinde büyüyen çocuk nasıl mutlu olmayı, gülmeyi bilir ki? Çoğu kez bu durumdaki aileler için “keşke boşansalar da çocukta nerede durduğunu bilse” dediğim çok olmuştur. Sevgili ana-babalar, lütfen çocuklarımızın, o gülmesi gereken yüzlerini anlamsız egolarınız için soldurmayın. Sizin yaşamla ve kendinizle kavganıza çocukları da sürüklemeyin. Eğer ana-baba olmayı beceremiyorsanız, salın, zorlamayın bir şeyleri. Maalesef kötü araba sürmeye ehliyet isterken, ana-baba olacaklara “buna yetin var mı?” Diye soran yok. Dünyaya tesadüfen getirdiğiniz canlar, aslında sadece sizlerin çocukları değil. İleride onlar, bir topluma şekil verecek birer bireyler ve sizler evlatlarınızı mutsuz ortamda büyüttükçe, topluma birer saatli bomba yetiştirdiğinizin hiç farkında mısınız acaba? Sürekli psikolojik sorunlar yaşayanlar, her konuda takıntılı olanlar, durmadan iş-eş değiştirenler, şiddet yanlısı olanlar, her türlü suç potansiyeline sahip olan, çocuğa, hayvana, kadına zarar verenler sizce kimler? Dedim ya… Çocuğun yüzüne gülümseme yakışır ve onlar size emanet olarak verilen canlardır. Bir ana-babanın da asıl görevi bu minik canları sevgiyle, hoşgörü ile kucaklamaktır. Eğer hayatın zorluklarına, hayalinizde ki yaşama kavuşamamak sizin için katlanmaz oluyorsa, o vakit dünyaya getirdiğiniz evlatlarınız için yaşamın size sunduğu iyilikleri düşünün. Çocuk, bir mucizedir ve bu mucizeyi yaşayamayan o kadar aile varken, sizlerin bencilliği uğruna elinizdeki mucizeyi mundar etmeden, evlatlarınıza sahip çıkın… Atalık bunu gerektirir. Gülümsemenin adıdır çocuk… Şimdilik her zaman olduğu gibi hoşça kalın, akıl ve beden sağlığınızı korumaya çalışın!

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Dünün Ardından…

Neden Küpe Takarlar?

Hadi Yine İyiyiz…