Kayıtlar

Haziran, 2021 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Dunning-Kruger Sendromu

Dunning-Kruger Sendromu İki psikiyatri uzmanı, 10 yıl kadar önce bir teori ortaya atmış şöyle ki; "Cehalet, gerçek bilginin aksine, bireyin kendine olan güvenini artırır." Ve bunun üzerine bir araştırma başlatıldı. Fizyolojik ve zihinsel alanda yapılan çeşitli uygulamaların sonucunda şu bulgulara ulaşıldı: · Niteliksiz insanlar ne ölçüde niteliksiz olduklarını fark edemezler. · Niteliksiz insanlar, niteliklerini abartma eğilimin-dedir. · Niteliksiz insanlar, gerçekten nitelikli insanların niteliklerini görüp anlamaktan da acizdirler. · Eğer nitelikleri, belli bir eğitimle artırılırsa, aynı niteliksiz insanlar, niteliksizliklerinin farkına varmaya başlarlar. Cornell Üniversitesi'ndeki öğrenciler arasında bir test yapıldı ve klasik "Nasıl geçti?" sorusuna öğrencilerden yanıtlar istendi... Soruların yüzde 10'una bile yanıt veremeyenlerin “kendilerine güvenleri” müthişti. Onların "testin yüzde 60'ına doğru yanıt verdiklerini" düşü

Açık Davet...

Açık Davet… Herkese selamlar… Her gün yeni bir gündem, her gün yeni bir aksiyon… Türk insanının, alışmakta zorlandığı ya da “saldım çayıra Mevla’m kayıra” modunda alışmaya çalıştığı süreçleri, yıllardır yaşamak galiba kaderi. Peki, gerçekten yanlış yöneticilerin seçilmesi, ülkemizin başına gelen her yönetici kitlesinin Türkiye’yi sürekli uçurumun eşiğine getirmesi, yanlış yönetim politikalarıyla gün güne karanlığa sürüklenmemiz ve en önemlisi ülkesini hiç sevmeyen yöneticilerin, bizi yönetmesi, gerçekten kaderimiz mi? Bizlerin hiç mi suçu yok? Evet, var galiba… Farkındaysanız herkes konuşuyor, herkes yazıyor çiziyor. Elbette, bütün bunlar da gerek, ancak icraat yapmaya gelince hepimiz kafamızı kuma gömmeye hazırız. Sonra da başımıza gelenlerden dolayı dövünüp dururuz. En büyük icraatımız ona sataşmak, bunu suçlamak ve insanları ayrıştırmaktan ibaret olmuyor mu? Bu şuna benziyor; benim acizliğim olan sigara alışkanlığım vardır, sigara içerken çora çocuğa zararlarını anlatmam ve “sakın

Beş Çayı

Beş Çayı… Hiç beş çayı alışkanlığının nereden geldiğini düşündünüz mü? Beş çayının hikâyesine gelmeden önce, “bunca gündem varken nereden aklına geldi?” demeyin. Bu da lazım… Zira yıllar önceden değişmeye başlayan türlü türlü alışkanlıklarımız var. Mesela gençlerin şu an ki İngilizce Türkçe karışımı konuşma şekilleri, İnsanların birbirine yazdığı mesajlarda artık sesli harflerin kalkması, bilumum mağazaların isimlerinin yabancı dilde olması, yeme içme yerlerinde ki günlük yemek listesinin menü olması ve içinde ki yemek isimlerini bir türlü okuyamamamız Türkiye’desin ve Türkçe konuşuyorsun ancak yazılanları okuyamıyorsun. Sabah- öğle arasında yenen yemeklerin, “brunch” olarak anılması,ne bileyim benim mentor olmam,mentor ne yahu, bunun Türkçesi “yönder”dir.. Yabancı terimler ve dil, yavaş yavaş içimize yıllar önce girmeye başladığında belki de Türkçe’mizi bu kadar tehlikeye sokacağı kimsenin aklına gelmedi.Zira şimdide Adana’da artık Suriyelilerin mahallesi ve

Aşiretten Kız Almak...

Aşiretten Kız Almak… Herkese selam olsun, canım memleketim Adana’dan… Bilen bilir, biraz memleket sevdalısıyımdır. Severim şehrimi, en azından az kalsa da hala yemyeşil çevrede yaşamak,sıcağı yakıp kavursa da iliklerimde hissetmek,delikanlılarının ve hatta kadınlarının fazla cesur olması,sıcak kanlılığımız ve her ortama uyan yapımız,sanki bizi diğer bölgelerden ayıran en önemli özelliğimiz… Ha… Arada çıldırıp, güneşe silah çekmişliğimiz, yok olmadı asfalta yumurta kırmışlığımız da var çok şükür! Yinede severim yarı çatlaklığımızı ki ben tipik bir Adanalıyım beceremem incelmeyi, düz, lafı ağzında ancak hoşgörülü ve anında parlayıp sönenlerdenim. Niye bu kadar memleketimi övdüğüme gelince, insan yaşadığı toprakların dışındaki hayatları, çevreyi görünce bir kez daha seviyor bulunduğu bölgeyi. Evet, bu hafta oğluma kızımızın nişanını yapmaya gittik. Van… Doğunun bu kesimlerini görmemiştim. İkinci gidişimiz. Oğlumun dediği gibi, bana parayla bile elde edem

İnsan Olmanın Erdemi…

İnsan Olmanın Erdemi… Hiç kendi kendinize, şöyle bir düşündünüz mü? “İnsan olabilmek için ne yapmalıyım?” Ya da “insan ne demek?” Peki, “insan olmanın erdemi”,denildiğinde aklımıza neler geliyor? Hiç bunları kendi kendimize düşünüp varlığımızı sorguladık mı? Sizce, bu dünyaya yemek, içmek ve üremek için mi, gelmiş olabiliriz? Aslında yok mu, diğer canlılardan bir farkımız? Hayattaki duruşumuz, sadece sosyal çevremize yansıması gerekenle mi sınırlı? İyi insan; iyi vatandaş, iyi aile babası ya da annesi, iyi öğretmen, iyi yazar, iyi bürokrat, her yaptığı örnek, her davranışı ölçülü, sadık, sevgili, seven mi, sizce? Toplumun, bizlere verdiği rolleri doğru ve başarılı oynayabilmek midir insan olmak? Peki, bunca mutsuz, birbirini aldatan, ortama göre şekillenen, kimsenin başarısını hazmedemeyip, ona içten içten kin duyan bunca insan, nereden geliyor? İyi aile babasıyım ya da iyi bir sevgiliyim derken, neden insanların kaşı gözü bir tarafta oy

Zümrüd-ü Anka(Simurg),

Zümrüd-ü Anka(Simurg), “ruhun yücelmesi ve yaşarken yeniden doğuş” Bu kuş, gücü, saf olmayı, kendini yaşarken yaratmayı, tekâmülü, erdemliliği, sadakati, zarafeti, hakkaniyeti temsil edermiş... Anka, birçok kültürde yer alan evrensel nitelikli mitolojik kuştur. Bütün milletlerin mitolojisinde olağanüstü ve büyük bir kuş bulunmaktadır. O, ulaşılması güç bir idealdir. . Muazzez İlmiye Çığ şöyle diyor: “Simurg, Fars (İran) mitolojisine ilişkindir. Osmanlılar döneminde veya günümüzde Türkler “Anka” veya “Zümrüd-ü Anka” ya da kimi görüşe göre bir de “Tuğrul ” derlerken Farsça’da “si” 30, “murg” ise “kuş” anlamındadır. Böylece si+murg=30 kuş anlamına gelse de, mitolojide 30 ayrı kuştan bahsedilmiyor. Yanılgı burada. Mitolojide bahsedilen (hedefe ulaşan) “Simurg”’un 30 kuş büyüklüğünde tek bir kuş olmasından söz ediliyor.” “Zümrüd-ü Anka, çeşitli dinsel ve büyüsel etkileri bulunduğuna da inanılan bir kuştur. Kaynağı eski Mısır inançlarında bulunmakla beraber Çin’den İr

İyi Olan Her şey, Bize Alerji Yapar…

İyi Olan Her şey, Bize Alerji Yapar… Garip bir yönetim şeklimiz var. Nedense, bizler için iyi olabilecek her şeye alerjimiz var. Ya da imza atmayı bilmiyoruz, en azından parmak bassalar ya… İstanbul Anlaşması, her türlü bahane ile askıya alındı ve unutuldu gitti, nerdeyse Türkiye Cumhuriyet’i kuruluş döneminde ki bütün anlaşmaları iptal edebilecek bir zihniyet… Peki, bütün bu akıl tutulması bir yönetimin mi suçu, onca maaş ödediğimiz bizi temsil edenlerin hiç mi suçu yok? Marmara Deniz’inin başına gelenler, gelmiş geçmiş bütün yönetimin suçu değil mi? Ben, bir belediye başkanının çıkıp “bu olaydan sonra fark ettik ki iki, üç noktada kanalizasyon atıkları direkt denize döküyormuş” “muş…” nedir, nasıl bir akıldır ve nasıl bir idare şeklidir? İşte! Bunu kabul etmek inanın çok zor… Ya, “Kanal İstanbul”, bütün bilim insanlarının, “yanlış olduğunu ve salyaların her yere yayılmasına zemin hazırlanacağının” uyarısı yapmalarına rağmen, hiç mi bir Allah’ın kulu “dur artık!” Diyemiyor?

Pencere Vergisi

Bu ara durmadan yapılandırma yapıp yapıp ödeyemeyenler grubundan olunca, merak ettim “şu vergi nereden geldi?”Diye. Bu yazım benim gibi, meraklılar grubuna gelsin… Sene 1993, mesleğe yeni başladığım dönem, malum “namuslu vatandaş vergisini ödeyendir” zihniyetinden yetişen bir neslin çocuğuyum. Şimdi düşünüyorum da, namussuz olmaya razı geleceğim hiç aklıma gelmezdi. O dönemde, yine her bir şeyden vergi alırlardı. Şimdiki gibi… O dönemde toyluk da var serde, ödüm kopardı devletten, icradan hal böyle olunca adım atsam ararım ya reklamcımı, ya muhasebecimi “aman haa şunun vergisini de ödeyelim, bunun vergisini de” diye hatırlatmalar yapardım, gerçi o vakit kazanıyormuşuz ki bu vergiler ödendi. Bez afiş mi asılacak öde vergisini, broşür mü dağıtılacak öde vergisini, derken… Bir gün muhasebecim “sen ne yapıyorsun, bunların vergisini kimse ödemiyor, kendini belediyeye tanıttın, bir gün ödeyemezsen görürsün demiştir” Kulağı çınlasın, dediği de oldu. Artık, devlet, hüküme

Ben Değerliyim...

Ben Değerliyim… Hangimiz, değerli olduğumuzun hissedilmesini istemeyiz ki değerli hissedilmesini istemek insan doğasının bir olağanıdır. Bir bakış, bir güzel söz ya da takdir görme… Hepimizi anlık mutluluğa boğan çok hoş bir hazdır. Çoğumuz bu konuda kendimizi kandırırız. Hiç bir davranışımızın taktir görmesine gerek olmadığını, insanın sadece kendi kendine değerli olduğunu hissetmesinin yeterli olduğunu savunuruz. Yalan! Külli yalan! İnsan doğası, sadece bir kanaldan gelen motive uyaranından mutlu olmaz ve bu kendini değerli hissetmek için yeterli bir dürtü değildir. Biz insanlar, mutlaka onay almak zorundayız ki bu onay olumlu ya da olumsuz bize geri dönmeli yoksa saçın iki ayağından biri kırılmış olur. Eğer böyle olmamış olsaydı sanal âlemde hepimizin boy boy fotoğrafları olmazdı, Ben köşe yazarlığı işine soyunmazdım, Gönüllü kuruluşlarda için için birilerinin takdir etmesini beklemezdik, Ya da siyasi bir partideysek, orada takdir g

Hay Allah! Marmara Ölüyor Mu?

Hay Allah! Marmara Ölüyor Mu? Nedense hayatımız son dakika haberleri gibi, Şok…Şok..Şok… İyide bilenen ve olacağı belli olan, yüzyıllardır yavaş yavaş gidilen sona neden böyle hayretler içinde kalırız bunu pek anlamam… Kolda yara kangren olmuş ve siz “bu kol kesilecek” deyince “aman Allah’ım!” Diye, feryat ediyorsunuz. Kesilmeden önce yarayı iyileştirmek, çaresini bulmak hiç mi, akla gelmiyor? Ya da işinize gelmiyor. İşte, Marmara Denizi’nin vahim sonu da bu… Denizlerin tarihini araştırdığınız zaman, o hayret edilen gerçeğin aslında yüzyıllardır kangren olmuş bir kol olduğunu, görürsünüz. Marmara Denizi’in çöplük hale gelmesi yüzyıllar önceye dayanıyor. Bakın kaynaklar ne diyor; “Marmara Denizi'nin kıyı şehirlerinin çöp yükünü omuzlamasının geçmişi, yüzyıllar önceye gidiyor. Osmanlı dönemi İstanbul’unda, ilk çöp toplama sistemini Fatih Sultan Mehmet kurmuştu. Sonraları atıklar, çöp subaşılarının sorumluluğuna verildi. Acemi oğlanlar veya “çöp çıkaranlar” çöpleri subaşı gözetimind

Heyoo Kısıtlamalar Esnedi!

Heyoo Kısıtlamalar Esnedi! Esnedi de ne oldu? Bir sihirli değnek dokundu ve her şey düzeldi mi? Ortalama iki yıldır evine beş kuruş para getiremeyenler, kısa ödenek ya da ücretsiz izinle geçinmeyen çalışanlar, artık maddi-manevi sıkıntıdan cinnet geçirip canına kıyanlar… Bütün bunlar bir lafla bitti mi? Yine beceremediniz! Bir taraftan yoklukla savaştırdığınız, bir taraftan Türk halkının değerlerini yok ettiğiniz, bir taraftan mafya-devlet ilişkisini bütün dünyaya gösterip, güçlü Türk ulusu kimliğimizi madara ettiğiniz yetmiyormuş gibi adamın alaycı konuşmalarını sineye çektiğiniz için ve şimdi sıralamayı unuttuğum birçok edepsizliğiniz için, sizi ne gelecek ne geçmiş affetmeyecek! Haa bu arada bütün bunlara müsaade eden bizi temsil edenler sizde onlar kadar beceriksizsiniz… Ne oldu kademeli normalleşmeye geçtik… Ne oldu? İnsanlar neredeyse yıllardır borç harç ayakta kalmaya çalışırken oluk oluk piyasaya para mı, dağıtacak? 5 Nisan paketlerini