İnsan Olmanın Erdemi…
İnsan Olmanın Erdemi…
Hiç kendi kendinize, şöyle bir düşündünüz mü?
“İnsan olabilmek için ne yapmalıyım?”
Ya da “insan ne demek?”
Peki, “insan olmanın erdemi”,denildiğinde aklımıza neler geliyor?
Hiç bunları kendi kendimize düşünüp varlığımızı sorguladık mı?
Sizce, bu dünyaya yemek, içmek ve üremek için mi, gelmiş olabiliriz?
Aslında yok mu, diğer canlılardan bir farkımız?
Hayattaki duruşumuz, sadece sosyal çevremize yansıması gerekenle mi sınırlı?
İyi insan; iyi vatandaş, iyi aile babası ya da annesi, iyi öğretmen, iyi yazar, iyi bürokrat, her yaptığı örnek, her davranışı ölçülü, sadık, sevgili, seven mi, sizce?
Toplumun, bizlere verdiği rolleri doğru ve başarılı oynayabilmek midir insan olmak?
Peki, bunca mutsuz, birbirini aldatan, ortama göre şekillenen, kimsenin başarısını hazmedemeyip, ona içten içten kin duyan bunca insan, nereden geliyor?
İyi aile babasıyım ya da iyi bir sevgiliyim derken, neden insanların kaşı gözü bir tarafta oynayıp duruyor sanal âlemlerde ya da sosyal çevrede avını yakalamaya hazır bir avcı gibi, kenarda köşede bekliyor?
“Benim değerlerim var, ideolojim şu…” diyen insanlar kendine uyguladığını dışarıdakilere uygulamıyor? Kısacası; kendine namuslu olan, başkasının namusunu neden hiçe sayıyor?
Sizce, erdemli olmak, insan olmak bu mudur? Gizli kapaklı her şey mubah, bana yapılmadığı sürece sorun yok, zaten hayat bu kadar basit yerim, içerim, ürerim mi, diyorsunuz?
Bence demiyorsunuzdur…
Zira, bunu dediğimiz an da aslında başka bir canlıdan hiçbir farkımız olmadığını bilmeliyiz ve kendimize olan saygımızı, benliğimizi yitirmiş olduğumuzu fark etmeliyiz.
Toplum yozlaşması dediğimiz olay, işte bu bağlamda ortaya çıkıyor. Çünkü insani değerleri,iyiliği içselleştirmemiş birey sadece sosyal çevresinde ona verilen rolü oynamaya devam ederken, arka bahçede içselleştirmediklerini yaşamaya başlar ve toplumun içi, meyveyi içten içe yiyen bir kurt gibi boşalır.
Erdemli, insani değerleri bilen ve bunu içselleştiren birey, sosyal rollerini gerçekten uygular ve içselleştirir. Çünkü bilir ki eğer bütün bunlardan farklı davrandığında aslında karakterinden, insanlığından, özünden taviz vermiştir.
O yüzdendir ki toplumun sapkınlıkları, ayak oyunları, çıkar çatışmaları, aldatmalar, ihanetler, en önemlisi de mutsuzluklar çoğalmıştır.
Ancak şunu bir fark etmiş olsak bütün sorunlar çözülür aslında. İyi niyetli olmak, özüne saygılı davranmak, insanları Yaradan’dan dolayı sevmek ve hoşgörü…
Bu değerlerin hepsi bizleri kurtarabilecek en kıymetli hazinelerimizdir.
Hayata kazan-kazan olarak bakmadığınız sürece toplum olarak da birey olarak da yok olmaya mahkûmuz.
Doğanın dengesidir, her zaman kazan-kaybet mantığı bizleri sonsuz karanlığa sürükler.
İnsan olan, özüne değer veren, erdemli insan olmayı başarabilmiş, kendine de çevresine de doğru davranışlar sergilerken, haksızlığa tepki gösteren, başarılar da takdir eden, sevdiklerinin yaşmamasını istediği duyguları başkasına yaşatmayan, acıyı da sevinci de yokluğu da paylaşabilen ve her statüde kendinden ödün vermeyip, özünü kaybetmeyen insandır.
Bakın,size gerçek yaşanmış bir anıyı paylaşmak istiyorum;
“Kenya'yı temsil eden atlet Abel Mutai bitiş çizgisinden sadece birkaç metre ötedeydi; ancak yarışı tamamladığını düşünüp koşmayı bıraktı.
O sırada İspanyol atlet Ivan Fernandez tam arkasındaydı ve neler olduğunu fark etti.
Koşmaya devam etmesi için Kenyalı Abel’e bağırmaya başladı ama Mutai’nin İspanyolca’yı anlamadığını bilmiyordu.
Bunun üzerine İspanyol atlet onu zafere doğru iteleyerek kazanmasını sağladı.
Bir gazeteci Ivan'a "Bunu neden yaptın?" diye sordu.
Ivan, "Hayalim, bir gün tüm dünyanın kocaman bir aile gibi birlikte yaşayabilmesidir." dedi.
Gazeteci "Peki neden Kenya'lının kazanmasına izin verdiniz?" diye tekrar sordu.
Ivan, "Kazanmasına izin vermedim, zaten kazanacaktı. " diye yanıtladı.
Gazeteci ısrar etti, "Ama kazanabilirdin!" Ivan ona baktı ve cevap verdi: "Ama zaferimin değeri ne olacaktı, o madalyanın onuru ne olurdu ve annem bunun hakkında ne düşünürdü?!"
Değerler, nesilden nesile aktarılır. Çocuklarımıza hangi değerleri öğretirsek, o kadar yükseliriz..
O yüzden, eğer toplumun yozlaşmasına gerçekten “dur!” Demek istiyorsak, öncelikle kendi özümüze saygı duymayı ve yaşamda ki yolculuğumuzda bize verilen rolleri layıkıyla yapmayı becermeliyiz.
İşte, o zaman bu gönlü güzel atletin hayali olan, “tüm dünyanın kocaman bir aile gibi yaşayabilmesini…” başarmış oluruz.
Mevla’nın dediği gibi “ya olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi ol!”
Şimdilik her zaman olduğu gibi hoşça kalın, akıl ve beden sağlığınızı korumaya çalışın!
Yorumlar
Yorum Gönder