Kayıtlar

Ağustos, 2021 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Türk'ün ruhunu alırsan...

Türk’ün ruhunu alırsan… Bir ulusun kimliğini yok etmek için ne yapmalıyız? Çok basit, güçlü yanlarını yavaş yavaş yok etmeye başlar onun yerini alacak yeni kavramlarla toplumu uyutursun. Bu kimlik değişimi yüzyıllardır her medeniyette, her toplumda gerçekleşir durur. Anlayacağınız sadece bize has bir durum değildir. Önce milli duyguları köreltmek için elden ne gelirse yapılır. Özellikle milli bayramlar önemsizleştirilir. Mümkün olduğunca halkın coşku içinde kutlamaması için bizi yönetenler ellerinden geleni yaparlar. Eğer siz bir olayı önemsizmiş gibi göstermeye başlarsanız, bir süre sonra gerçekten o olay önemsiz ve basit hale gelir. Ulusun atalarının yaşadıkları, milli mücadeleleri, ulus adına gösterdikleri çabalar artık önemini yitirmeye başlamıştır. Bunun içinde daha önce yaşanan zaferler, savaşlar özel günler olarak kutlanmaya başlar. Daha önce sadece tarih kitaplarında okuduğunuz önemli olayların üzerinden asır geçmiş ve sayfanın kapanmasıyla yeni bir sayfa açılmış olsa da, siz

Sansürler ve din savaşları

Sansürler ve din savaşları. Günlerdir. Taliban’ın Afganistan’da din adına yaptıklarını hepimiz üzülerek takip ediyoruz. Bununla birlikte sürekli sanal paylaşımlardan olayı yaşanan tutuklamalar ve göz altıları da yine biraz şaşkın, biraz kızgın ve anlamlandırmaya çalışarak yorumlamaya çalışıyoruz… Neden? Ne oluyor bu ülke yöneticilerine? Biz nerede yanlış yaptık? Bu dünya kime kalacak ki insanlara bu şekilde acı çektiriyorlar? Tarih bize şunu gösteriyor ki sadece, din adına şiddete başvurmak Müslümanlara has değil. Bugün Hıristiyanlığı ikiye bölen Protestan-Katolik çatışmasının sembol günlerinden birini hatırlıyoruz. Katolik Kilisesi'nin sapkın olarak gördüğü Protestan hareketine iç savaş haricinde yaptığı en büyük zulüm olarak hatırlanan Saint Barthélémy katliamı, 23-24 Ağustos 1572'de Fransa’daki iç savaşa son vermek için Katolik iktidarla Protestan cemaati arasında imzalanan bir antlaşma ve iki tarafı birleştiren bir evlilik töreni sırasında Pa

Klimayla doğanlar.

Klimayla doğanlar. Kaç yüzyıl oldu bu meslekteyim artık hatırlamıyorum. Anlayacağınız hani gözümü açtım hep bu işi yapıyorum derler ya… İşte bende bu kıvam da bir öğretmenim. İşim gücüm, eğitimim, bilgim, araştırmalarım hep çocuk, aile ve onların sağlığı üzerine olmuştur. Zira eğer bir işi yapıyorsanız layıkıyla yapın ve kazandığınızın helali olsun diyenlerdenim. Ayrıca doğma büyüme,okuma evlenme Adanalıyım.Anlayacağınız sıcağını da,soğuğunu da gayet iyi bilirim.Lakin son yıllar da bu memlekette yaşayan yerlisi dediğimiz insanların Adana sıcağından şikayet etmeleri artık bana garip gelmeye başladı. Adana ne zaman serin oldu ki şimdi çok sıcak deniliyor bunu anlamakta bazen zorlanıyorum. E.. tabi arabada,işyerinde,ev de 7/24 klima kullanırsanız kendi memleketinizin sıcağına dayanamazsınız.Hele bu klimaları da kullanmayı beceremezseniz buyurun hastalıklar diyarına hoş geldiniz! Evet, bugünkü konumuz klimalar, Yetişkinlere artık laf anlatmaktan uzun zaman önce vazg

Ekmek 5,s u 25 Türk Lirası… Yersen…

Ekmek 5,s u 25 Türk Lirası… Yersen… İnsanlar sevdiklerini bir bir kaybetmeye başlayınca hayatın her gününü yakalamaya çalışıyor. Yaşamın içinde bir kalbimize, bir de toprağa gömdüğümüz insanlar hep olur. Kalbinize gömdükleriniz pek keşkeleri yaşamazsınız, zira oyundan ya sıkılmış ya da oyun bitmiştir. Ancak toprağa gömdüklerimiz de en büyük keşkeleri yaşar, sürekli “şunu da yapsaydım” “bunu da yapsaydım” pişmanlıklarımız olur, çünkü oyun yarıda kalmış,oyundan çıkanlar gönülsüz oyunu bitirmiştir. İşte! Bizde ailece bu keşkeleri yaşadığımız döneme girmiştik. Rahmetli teyzemin hayattayken hep arzuladığını yaptık. Kuzenler, kardeşler ve hayatımızda tek kalan annem ile hep beraber tatile çıktık. İstikamet Kaş ve Antalya oldu. Bir taraftan memleketimin cennet köşeleri cayır cayır yanarken, bir taraftan korona belası hala peşimizi bırakmazken, biz çılgın gençlik düştük yollara. Gerçi iyi de yaptık. Hayatımda ilk kez 15 gün tatile çıktım. Kuzenlerimi,

Doğanın cezası, insanevladı.

Doğanın cezası, insanevladı. Kendini evrenin hâkimi sanan insana aslında ne kadar aciz olduğunu gösteren deprem, toplumda derin psikolojik izler bırakır. Eski çağlarda kralla köle arasında ayrım gözetmeyen yer sarsıntılarını tanrısal iradeye bağlamak, mantıklı bir açıklamaydı. Deprem ilahi bir ceza veya uyarıydı: Kuşatma altındaki pek çok şehir, tam o anda deprem olunca, direnmeyi bırakmıştı. Deprem hangi dinden insanları yok ederse, öbür dinin doğruluğu kanıtlanmış oluyordu. Antik Japonya’daki söylencelere göre, depremlerin nedeni, dünyanın altında yaşayan dev bir yayın balığıydı. Yaygın bir başka söylenceye göreyse, “dünya bir boğanın boynuzları üzerinde durur, depremler de boğanın, konan sinekleri kovmak için başını sallaması sonucu olur”du. Depremin nasıl meydana geldiği anlaşıldıktan sonra bile, toplumlar bu büyük felaket için bir günah veya suçlu aramaktan vazgeçmedi. Bu sefer de depremlerden dolayı göçmenleri, "günahkar" ilan ettiklerimizi suçlamaya, hatta gü

Bir gazoz hikayesi...

Bir gazoz hikayesi... Özellikle belli bir yaşın üstünde olanlar için “gazoz” sözcüğünün anlamı ve anısı çoktur, diye düşünüyorum. Çok küçükken mahalle aralarında gazoz satanları hatırlıyorum. Tezgahta metal bir kazan ve çeşmesinden şerbet satar gibi gazoz satıldığını hayal meyal hatırlarım. En net gazoz anım, açık hava sinemasın da ki bize en yakın Sular Sinemasıydı, annem sıra sıra bizi sıralar ve elimizde çekirdeğimiz, beyaz gazozumuzla tahta sandalyelere dizilir o dönemin en gözde filimlerini seyre dalardık. Hatta hızımızı alamayıp bir bardak suya karbonat, şeker karıştırıp kendi gazozumuzu yapardık. Keyifli, gülümseten bu tür gazoz anısı olan çoktur. Şimdi gazoz nereden çıktı derseniz? Elbette Mete Gazoz'un birinciliği... Mete Gazoz'un olimpiyat başarısıyla bunların yanına başka bir mutlu çağrışım da eklendi ama biz gazozun 10 yüz bin milyon baloncuklu tarihinin çocuklarıyız. Peki, bu çok sevdiğimiz gazozun tarihine bir göz atalım mı? Yüzyıllardır gazl

Telgrafçı Agâh Efendi…

Telgrafçı Agâh Efendi… Dağda asker şahit olur… Salgının boyutu artık tahmin bile edilemez… Yolsuzluklar, hainlikler diz boyunu geçer… Ancak biz haberleri sanal medyadan takip ederiz… Onlar da yaşadıklarını yazdıkları, paylaştıkları ve yorum yaptıkları için bir bir gözaltına alınır, sanki vatan hainliği yapmış, sanki memleketini üç kuruşa satmış, sanki çocuk katiliymiş gibi… Gazeteci demek; Toplum yönetiminde iyi ya da kötü gidişatı halka ulaştıran, gerekirse toplum adına araştırıp gerçeği yansıtmaya çalışırken, konuyla ilgili olaylarda yetkilileri harekete geçiren cesur, korkusuz, araştırmacı, meraklı, meslek mensubu demek değil mi? Bizlere siyasi sosyoloji de öğretilen, “bir toplumun siyasi gücene, merkez yönetimle, muhalefet ile birlikte, meslek dernekleri, sendikalar, medya yön verir” diye öğretilmişti. Nihayetinde, zaman içinde bütün bunların yönü değişip, şirazeleri kayınca iş gönüllü bireylere ve kuruluşlara kaldı. Korku dünyasına hapis oldu

“Krizi fırsata dönüştüren” insanlar…

“Krizi fırsata dönüştüren” insanlar… Felaketler... Tarih boyunca düzenin sarsıldığı savaş, açlık, deprem, salgın hastalık, yangın gibi büyük doğal ve sosyal afetlerde insanların bastırılmış güdüleri yüzeye çıkar; akıldışı davranışlar yaygınlaşır. Çaresizliğin yarattığı öfke ve umutsuzlukla yasalar, kurallar, dinî inançlar, hatta en güçlü tabular bile yıkılabilir. Bu tepkiler birebir aynı olmayabilir, çünkü tarihçi Marc Bloch’un söylediği gibi “Bir hastalığın ilerleyişi doktora bedenin gizli hayatını keşfetmesi için nasıl fırsat sağlıyorsa, büyük bir afetin gidişatı da o toplumun doğasıyla ilgili çok değerli bilgiler verir”. Yani felaketler, ortaya çıktıkları toplumun siyasal, ekonomik ve toplumsal düzeninin içine gömülüdür; gösterilen tepki bunlara bağlıdır. Krizin ardından insanlar bir günah keçisi bulup ona yükleniyorsa veya bir komplo teorisi üretiyorsa; bunun nedeni o toplumda zaten düşmanlık politikaları nedeniyle dışlanan, kuşkulanılan grup veya grupların var olmasıdır