Telgrafçı Agâh Efendi…
Telgrafçı Agâh Efendi…
Dağda asker şahit olur…
Salgının boyutu artık tahmin bile edilemez…
Yolsuzluklar, hainlikler diz boyunu geçer…
Ancak biz haberleri sanal medyadan takip ederiz…
Onlar da yaşadıklarını yazdıkları, paylaştıkları ve yorum yaptıkları için bir bir gözaltına alınır, sanki vatan hainliği yapmış, sanki memleketini üç kuruşa satmış, sanki çocuk katiliymiş gibi…
Gazeteci demek; Toplum yönetiminde iyi ya da kötü gidişatı halka ulaştıran, gerekirse toplum adına araştırıp gerçeği yansıtmaya çalışırken, konuyla ilgili olaylarda yetkilileri harekete geçiren cesur, korkusuz, araştırmacı, meraklı, meslek mensubu demek değil mi?
Bizlere siyasi sosyoloji de öğretilen, “bir toplumun siyasi gücene, merkez yönetimle, muhalefet ile birlikte, meslek dernekleri, sendikalar, medya yön verir” diye öğretilmişti.
Nihayetinde, zaman içinde bütün bunların yönü değişip, şirazeleri kayınca iş gönüllü bireylere ve kuruluşlara kaldı.
Korku dünyasına hapis olduk ve patronlar, başkanlar ağa babası oldukları için “ağam bilir” diye… diye… Herkesi susturmayı başardılar.
Sonuçta; “Radyo ve Televizyon Üst Kurulu, medya kuruluşlarına bir yazı göndererek orman yangınlarıyla ilgili yapılan haberlere ilişkin uyarıda bulundu. Doğal afet durumlarında medyanın devletle işbirliği yapması gerektiğini savunan kurum, "Sahadan yapılan devamlı canlı yayınların, halkın ve yangın söndürme ekiplerinin motivasyonunu kıracak şekilde" olduğunu iddia etti. RTÜK; "130 farklı noktada çıkan yangınlar başarıyla söndürülmüşken, buraları hiç görmeksizin sadece yanan alanların ısrarla ekranlara taşınması, kaos havası beklentisi olan çevrelerin istediği yönde bir yayıncılıktır" ifadelerini kullandı
Kurum, cezai yaptırımlara esas oluşturması için raporlama çalışmalarının başladığını da duyurdu ve yayın ilkelerini ihlal eden yayıncılara "en ağır müeyyidelerin uygulanmasının kaçınılmaz hale geleceği" uyarısını yaptı. .” Haberi gündeme oturdu.
Geçen gün bir vatandaşın yangınla ilgili, kanal muhabirlerine tepki vermesi ve kameramanın “bizim elimizden bir şey gelmiyor” savunması aslında her şeyin özetiydi.
Buna benze sansürler tarih boyunca hep yaşanmış, ancak bence o dönem de gerçek vatanseverlerin ve akıllı insanların olması bazı sansürlü haberleri ayyuka çıkarmasını sağlamış.
“Telgrafçı Agâh Efendi”bu ismi hiç duydunuz mu?
Ben duymamıştım. Sizlere yazı hazırlığı için araştırma yaparken hikâyesi gözüme çarptı ve paylaşmak istedim.
Zira,kalemi dövize endeksli ve sansürü kendi içinde gerçekleştiren siyasete yön vermesi beklenen kuruluş yöneticilerine ışık tutar kim bilir?
Hicri 6Muharrem 1312,Rumi 27 Haziran 1310, bugünkü takvime göre 10 Temmuz 1894 Salı günü İstanbul’u alt üst eden bir deprem yaşanmış. Nüfusu 1 milyonun altında olan İstanbul’da ölü sayısı 300’lere çıkmış.
Öyle ki daha öncekilere “Küçük Kıyamet” adını takan halk, bu depremden “Zelzele-i Azim” diye bahsediyormuş.
Yabancı haber kaynaklarının dünyaya anons ettiği bu felaket,2.Abdülhamit’in “oto-sansürlü” payitaht gazetelerinde ise “hafiften” duyurulmuş.
Ama “vatandaş, gazeteciliğinin” bir başka türlüsü o zaman bile işliyormuş. O dönemden bu döneme kadar ulaşan belge “meçhul” minik notlar…
Telgrafçı Agâh Efendi, görevi nedeniyle öğrendiklerini, küçük samanlı kâğıtlara kurşun kalemle yazıp, yine özenle saklarmış,12 küçük yaprak tutan notlarda, semt semt yıkıntıları, ölü-yaralı sayılarının yanı sıra, 2.Abdülhamid’in başlattığı yardım kampanyasına dair bilgilerde varmış.
Her bilgiyi kaydeden ve bir şekilde halka duyurmayı başaran, basının engellendiği dönemde tarih yazan “meçhul” telgrafçı Agâh Efendi’yi saygıyla anıyorum.
İşte, şimdi “vatandaş gazeteciliğinin” her zaman olduğu gibi önünü kesmek içinde, bu kadar felaketin içinde yemeyip içmeyip nasıl ki TOKİ projesi anında hazırlanmışsa, felaketle ilgili paylaşım yapanlara gerekenin yapılacağını beyan eden bir yöneten karşımızda.
Toplumda kaos yaratılmasın diye, onca gizlediğiniz olaylar oldu ki bunun duyulmasını engellemek galiba diğerlerinden zor olacak.
Zira bir taraftan selde can ve mal kaybının olması, bir taraftan doğadaki bütün canların çığlık çığlığa, cayır cayır yanması… (artık maldan bahsetmiyorum bile)
Bütün bunlar…
Salgını örtbas ettiğiniz kadar basit değil, çünkü canı yananların artık kaybedecek de korkacak da bir şeyleri kalmadı…
Bu dünya da ister inanın ister inanmayın,bir ilahi güç var ve mutlaka herkes ettiğini çekecek.Firavun Kavimin de azgınlıkların sonucunu garibanlar da çekmedi mi?
Şimdilik her zaman olduğu gibi hoşça kalın, akıl ve beden sağlığınızı korumaya çalışın!
Seray LEVENT
ÖZGECANÇOCUK YUVASI ve KULÜBÜ
1505647430754_IMG_1894.JPG
0322.4582496-4583053
http://www.ozgecancocuk.com
http://www.facebook.com/ozgecancocuk
Seray LEVENT
ÖZGECAN ÇOCUK YUVASI ve KULÜBÜ
1505647430754_IMG_1894.JPG
0322.4582496-4583053
http://www.ozgecancocuk.com
http://www.facebook.com/ozgecancocuk
Yorumlar
Yorum Gönder