Açık Davet...
Açık Davet…
Herkese selamlar…
Her gün yeni bir gündem, her gün yeni bir aksiyon…
Türk insanının, alışmakta zorlandığı ya da “saldım çayıra Mevla’m kayıra” modunda alışmaya çalıştığı süreçleri, yıllardır yaşamak galiba kaderi.
Peki, gerçekten yanlış yöneticilerin seçilmesi, ülkemizin başına gelen her yönetici kitlesinin Türkiye’yi sürekli uçurumun eşiğine getirmesi, yanlış yönetim politikalarıyla gün güne karanlığa sürüklenmemiz ve en önemlisi ülkesini hiç sevmeyen yöneticilerin, bizi yönetmesi, gerçekten kaderimiz mi? Bizlerin hiç mi suçu yok?
Evet, var galiba…
Farkındaysanız herkes konuşuyor, herkes yazıyor çiziyor. Elbette, bütün bunlar da gerek, ancak icraat yapmaya gelince hepimiz kafamızı kuma gömmeye hazırız. Sonra da başımıza gelenlerden dolayı dövünüp dururuz. En büyük icraatımız ona sataşmak, bunu suçlamak ve insanları ayrıştırmaktan ibaret olmuyor mu?
Bu şuna benziyor; benim acizliğim olan sigara alışkanlığım vardır, sigara içerken çora çocuğa zararlarını anlatmam ve “sakın içme ha…”diyerek öğüt vermem gibi…
Ya da kıçı başı ayrı oynayan, yaşamında hiçbir titri olmayıp, kaba-saba, cinsiyet ayrımcılığı yapan, ikiyüzlü, yalakalığının dışında ne siyasi ne de ahlaki etiği olmayan bir insanın, halk, eşitlik, siyaset gibi kendi hayatından çok uzak kavramlar hakkında bilmiş bilmiş konuşması gibi…
Sizce bütün bunlar inandırıcı mı?
İşte bizim en önemli problemimiz bu, sadece konuşup ahkâm kesmek, eğer gerçekten konuştuğumuz gibi yaşamış olsaydık. Başımıza gelenlere “bu bizim kaderimiz” diyerek razı gelmezdik.
Eğer elimizi taşın altına koyma cesaretini göstermiş olsaydık, doğru yöneticileri seçer, bize ait olanların elimizden uçup gitmesine seyirci kalmaz, hakkımızın yenmesine uzaktan iç geçirmezdik.
“İyide biz kimiz, ne yetkimiz var ki bütün bu gidişata “dur” diyecek, nasıl bir gücümüz olabilir?” Diye düşündüğünüzü hissediyorum.
Biz kim miyiz? Biz, bizi yönetenleri seçen halkız….
Gücümüz, yetkimiz ne mi? İnancımız ve Atatürk’ün öğretileri…
Bu gidişata nasıl mı? Dur diyeceğiz? İnanın bu en kolayı….
Konuşun, anlatın, öğretin…
Gençleri, çocuklarımıza, yani gelecek nesillerimize rehberlik edin…
İnce ince, ilmik ilmik dantel gibi sabırla işleyin.
Sosyal projelere dâhil olun, gençlere yönderlik yapın, bütün bunları yaparken de gerçekten düşündüğünüz gibi yaşayın, zira gençler o kadar akıllı ki içi boş laflarla karın doyurulmadığının farkındalar.
Aslında bu yazdıklarımı hepimiz biliyoruz ve yeni bir bilgi değil zira başkalarının yıllarca yaptıkları buydu…
İnsanlara dokunmak, inandığını anlatmak ve onlarla bir düşündüğünü ispatlamak.
Eğer, bir değişim istiyorsak önce kendimizden, sonra da en yakınımızdan başlamak zorundayız ve bu değişim dalga dalga yayılarak insanca yaşayacağımız bir toplumu oluşturmamıza zemin hazırlayacaktır.
Ne basit değil mi?
Darbe yok, kavga-gürültü yok, kan yok, savaş, ayrıştırma yok…
Öğretmensen öğrencilerin, ebeveynsen çocukların, çalışansan iş arkadaşların, ne bileyim komşun, alış-veriş yaptığın esnafın…
Etrafımızda yönderlik (mentor) yapacağımız o kadar çok insan var ki
Mesela çağdaş yaşamın ya da buna benzer kuruluşların projeleri…
Hepsi, bizim icraata geçebileceğimiz potansiyellerimiz.
Hem parada ödemiyorsunuz, sizden ekmek, su da istemiyorlar ne dersiniz? Araştırmaya, denemeye değmez mi?
Toplum karanlığa doğru sürüklenirken anlamsız klavye şövalyeliğinden çok fazlasını yapmak zorundayız. Çünkü bu bizim geçmişimize ve geleceğimize borcumuz.
Bugün ki teklifim ve açık davetim, buydu…
Hadi sizde bir çocuğun, bir gencin yoluna ışık olun!
Bu vatan bizim ve başka bir Türkiye yok.
Şimdilik her zaman olduğu gibi hoşça kalın, akıl ve beden sağlığınızı korumaya çalışın!
Yorumlar
Yorum Gönder