Mor İğne
Mor İğne
Mor iğnenin hikâyesine geçmeden önce, “neden kadın hareketlerinde mor renk seçiliyor?” Onu sizinle paylaşmak istiyorum.
Ve bu bağlamda bir kez daha bütün okuyucularıma teşekkür ediyorum, zira sizlere yazı yazma adına farklı konularda araştırma yaparken sayenizde bende çok bilgileri öğrenmiş oluyorum.
Peki, kadının rengi neden mor?
Mor rengin kadınların eylemlerinde tercih edilmesi psikanaliz Ingrid Riedel ve renk psikoloji uzmanı Harald Braem’e göre şöyledir;
Ingrid Riedel’e göre ; “ insan psikolojisinin ve bilinçaltının derinliklerinde ”Hermafrodit” simgesi yatmaktadır. Hermafrodit simgesi Yunan mitolojisinde hem kadın hem de erkekten iz taşıyan iki cinsiyeti de temsil eden insandır. Hırçın erkeğin rengi kırmızı ve uysal kadının rengi mavi birleşiminden ortaya çıkan bu renk aslında ”zıtlıkların tek bedende birleşme noktasını simgelemektedir”
Renk psikoloji uzmanı Harald Braem’e göre ise; “erkeksi kırmızı ile kadınsı mavinin karışımı, kadın hareketleri açısından aynı zamanda hakların eşitliğini simgelemektedir.”
O yüzdendir ki kadın hareketlerinde, eşitliğe ve her türlü ayrımcılığın, kötülüğünün cinsiyeti olmadığına vurgu yapmak için kadınlar mor rengi kadın hareketlerinin sembolü haline getirmişlerdir.
Bir düşünün, kadın olarak kimler tacize uğramamıştır ki?
Çok iyi hatırlıyorum öğrenciyken otobüslerde o kadar çok omuzlanır, ellenirdik ki ve bunları söylemekten de oldukça utanırdık. Sanki biz suçluymuşuz gibi…
Otobüste arkanıza yaslananları mı arasınız, eline koluna sahip olmayanları mı arasınız, artık sözlü taciz en hafifi gelirdi bize, neyse ki o dönmede de bu konularda hiç sessiz kalmadım. Yapılana tepki vermeyi ya da yardım istemeyi becerdim. Ancak elbette ki her çocuk benim gibi değildi. O yüzden biz kuşak, tacizden korktuğumuz için çocuklarımıza da gereken eğitimi vermeye çalışırken, korkmamaları gerektiklerini de öğretti.
Şuan da gençler, galiba bu konuda çok daha dikkatli ve sessiz değiller. Ancak değişen toplum normları, ahlaki değerler, bu sefer de çocuklarımızı ve hayvanlarımızı koruma paniğine bizleri sürükledi.
Her yüzyılda kadına, canlıya taciz hep vardı ve var olmaya da devam edecek…
Bakın, bundan “32 yıl önce 2 Kasım 1989’da bir kadın, Kadıköy-Karaköy vapurunun ortasında “şu elimde görmüş olduğunuz mor iğne…”diyerek bağırmaya başladı.
Bedenimiz bizimdir, “cinsel tacize hayır!” Kampanyası kapsamında feminist kadınlar “hayır susma iğneyi batır” sloganıyla o zamanlar “sarkıntılık” adıyla anılan “cinsel tacize” karşı mücadele kararı almışlardı. O gün 50 kadının “şıkır şıkır” kıyafetleriyle bindikleri vapurda okudukları bildiride şunlar yazıyordu:
“Kadınlar..!
Sokakta, lokantada, vapurda, otobüste, işyerinde, tanıdığımız, tanımadığımız, hoşlandığımız, hoşlanmadığımız birtakım erkekler tarafından ellenmekten, omuzlanmaktan, çimdiklenmekten, dokunulmaktan bıktınız mı? Baygın ya da saldırgan bakışlarla süzülmek, sözle taciz edilmekten, dokunulmaktan bıktınız mı? İşte! Sarkıntılığa karşı süper bir koruyucu: Elimde gördüğünüz bu mor iğne paslanmaz çelikten olup, nikel-krom alışımı olup,7 cm uzunluğundadır. Üzerinde bulunan mor kurdele tüm giysilerinizde kullanabileceğiniz bir aksesuar görünümündedir. Bu şık aksesuar aynı zamanda size sarkıntılık edenlere karşı savunmanızda bir araç olduğunu şimdi sizlere göstereceğiz.
Hareket şu…
Hiç acımadan batırın, korkmanıza gerek yok, tetanos yapmaz.”
Ayrımcı yasalara rağmen kadına yönelik şiddetle mücadelenin tarihini Berna Erkal’dan okuyabilirsiniz.
Ve bir grup aktivist kadın, “madem yasalar bizi koruyamıyor ve biz bu sarkıntılıklardan kurtulamıyoruz, en azından kendimizi koruyalım” Diyerek, dikkati de çekme adına 32 yıl önce mor iğne akımına başlamışlar. Okuyunca benim de hoşuma gitti, ben genel de çocuklara “korkmayın çığlık atın” derken, bu hiç aklıma gelmemişti.
Evet, söze çocuklardan başlamışken, şu an da çığırından çıkmış, iğrenç haberlerin gündem de olduğu zamanlardayız.
Artık gözü dönmüş sapkınlar, kadını-kızı bırakıp çorçocuk, hayvan ne bulursa gözüne kestirmiş durumdalar.
Elbette, çocuklara ve hayvanlara tacizin psikolojik nedenleri var, ancak bunun başlıca sebepleri, din tacirlerinin Kuran-ı Kerim’de şu da var, bu da var diyerek orada burada boş boş konuşmalarına izin verilerek, ahlaksızlıkları legal hale getirmelerine izin verilmesi ve en önemlisi de biz ana-babaların erkek evlatlarını doğru yetiştirmeyip, topluma Osmanlı’yı ve Arap’ laşmayı empoze etmelerinden kaynaklanmaktadır.
Çocuklarınıza tarihi anlatırken Osmanlı'dan başlamayın. Mete Kağan’dan başlayın. Bilge Kağan’ı anlatın. Attila’yı öğretin.
Kız çocuklarına Tomris Katun’u anlatın. Anlatın ki, kendine güveni olan bir birey olsun.
Erkek çocuklarına, Türklerde devletin, Kağan ve Katun’la eşit yönetildiğini anlatın.
Anlatın ki, evlendiğinde eşine saygı duysun.
Kadın erkek eşitliğinin batıya ait bir değer olmadığını, atalarının batıdan binlerce yıl önce kadınla erkeği eşit gördüğünü bilsin.
Ayrıca Türkçe’yi iyi öğretelim ki, konuşurken-yazarken Arapça ya da saçma sapan yabancı kelimeler değil, Türkçe sözcükler kullansın.
Bunları öğretmeden, kadının sarayda cariye olduğu Osmanlı'dan başlayınca; sonuç, kadını mal olarak gören, Arap’laşmış bir toplum olunuyor.
Ve mal olarak görülen kadına da “ya kara toprağınsın ya da benim” deme,hakkı doğuyor.
Atalarımızın doğaya ve her canlının yaşama hakkına nasıl saygılı olduğunu anlatın ki dayatmalarla nasıl toplumun ahlaksızlaştığını görsünler.
Artık kabul etmeliyiz, zorla çıkarılan ya da çıksa da uygulanmayacak, bir gece kararnameyle iptal edilecek kanunlar bizi korumayacak, o yüzden biz kendimiz korumayı ve evlatlarımıza kendini nasıl koruyacağını öğretmeliyiz…
“Mor iğne” ve “korkma çığlık at!”
Şimdilik her zaman olduğu gibi hoşça kalın, akıl ve beden sağlığınızı korumaya çalışın!
Yorumlar
Yorum Gönder