Kayıtlar

Mayıs, 2025 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Çocuklarda Mizaç Eğitimi

Yıllardır bu kavramlardan uzak olan aileler hep evlatlarını bir kalıba sokarak büyütmek için uğraşırken, onları nasıl yaraladıklarını, sindirdiklerini ve var olan kişiliklerine verdikleri zararla, onları nasıl farklı insanlara dönüştürdüklerini hiçbir zaman fark edemediler. Mizaç ya da kişilik dediğimiz, var olan karakteristik özelliğini nasıl ki saç, göz, cinsiyet gibi doğuştan var olanı değiştiremeyeceksek, kişiliğin de değişmeyeceğini bilemeyerek çocuklarımıza türlü zararlar verdik. Çocuğun davranışlarını ya şımarıklık olarak anladık ya da iş bilmez beceriksiz ve hatta ukala olarak yorumladık. Bazılarının yaratıcılığını bazılarının öz benliğini elimizle öldürdük. Bütün biyolojik özellikler nasıl gen geçişi ile nesilden nesile aktarılıyorsa, mizaçta aynı bu şekilde gen geçişiyle nesilden nesile geçen özelliklerimizden biridir. Hiç bir bireyin bu özelliğini asla yok edemeyiz, ancak kabul etsek de etmesek de yaşadığımız bir toplum var ve çocuğumuzun o toplumdan soyutlanmaması ...

NANKÖRLÜĞÜN ANATOMİSİ

Bugün nankörlükten bahsetmek istiyorum. Hele son günlerde siyasi çalkalanmalar, toplumda yaşanan kaoslar, göze alınınca bence güzel bir konuya değiniyorum. Ayrıca hangimiz türlü türlü ihanetle, nankörlükle karşılaşmadık ,değil mi? Hele bu elden değil aileden de gelince hangimiz kahrolmadık ki? İnsanın zoruna gidiyor değil mi? Hiçbir beklentiye girmediğiniz insanlara elinizi uzattıktan sonra sırtınızdan vuran en sevdikleriniz çıkabiliyor, boşu boşuna Sezar’ın “sen de mi (oğlum) Brutus?” sözleri rivayet bile olsa dilden dile, nesilden nesile günümüze kadar gelmemiş. (Et tu,Brutus?) acıda olsa yüzyıllardır insanlar bu duygularla başa çıkmaya çalışmış. Bir de “akraba akreptir” sözü… Anlayacağınız eskiler boşu boşuna bu sözleri bizlere miras bırakmamışlar. Ancak “nankör it…” sözünü kabul etmem, benim rahmetli Leydim hiç de öyle değildi, kurban olsunlar köpeciklere…. Peki, nedir insanları bu hale getiren durumlar? Nankörlüğün anatomisi var mıdır? Evet, araştırınca var olduğunu görüyo...

Sokağın Çığlığı

Bazen “nasıl, bir günah işledik ki toplum olarak bütün bunlar başımıza geliyor” diye düşünmeden edemiyorum. Bu kaosun içinde çocuk yetiştirmek ve başına bir iş gelmeden büyütmek gerçekten bir mucize gibi geliyor bana… Yav… Ben eski Türkiye’yi Vallahi de Billahi de çok özledim… Ne güzel, en büyük derdimiz, banka kredilerini ödemek, vergiler için bin perişan olmak, hastaysak hastane kapılarında şafaktan sıraya girmek, sadece ve sadece kendi dertlerimize derman aramayı düşünmek… Ne büyük zenginlikmiş, şimdi daha da iyi anladım. Ya şimdi? Kendi dertlerimizi bir kenara atıp, ülke bekasından tutunda çorun çocuğun tutu kalmalarının derdinden, yarınımızın ne olacağını bilememenin çaresizliğinden, yazarken, çizerken, yorumlarken bizi de “yat..yat..yat..” sesleriyle götürürler mi, endişesiyle klavyeyi titreyerek basma telaşımızdan… Velhasıl… Yaşatılan korku sarmalından kendimizi hepten unutur olduk. Biliyor musunuz? Ben öğrencilerimin velilerine hep şunu derim “ çocukları Allah korkusuyla değil...

Anneler Günü’nü Hak Ettik mi?

Bizi bizden aldılar ve biz buna izin verdik… Yozlaşmaya ve yobazlaşmaya zemin hazırladılar hepimiz dünden gönüllü olduk… Ahmak, Anlayışı kıt, sosyal-duygusal yetilerini yitirmiş, manevi değerleri sıfırlanmış, etik değerleri sadece ders notlarında gören nesiller yetiştirmemizi istediler biz her şeye razı geldik… Oğlumuzu kızımızı pamuklara sardık sarmaladık, onlar dünyaya getirdikleri çocuklarına tahammülsüz ebeveynler oldu… Çünkü daha kendilerini hayata hazırlamamış ebeveyn, dünyaya getirdiği çocuğu yük olarak gördü… Evet, yük… Çocuğumuz için her şeyi yaptığımıza inandık. Ona sınır koymamanın özgüven olduğunu, edepsizliklerini “kişiliği güçlü” diye yorumladık, aslında hiçbiri olmadığını acı bir şekilde öğrendik de çocuğumuzu yük olarak gördüğümüzün bile farkına varmadık. Kimden mi, bahsediyorum? Elbette ki benim gibi 70 sonrası doğanlardan ve bizim büyüttüğümüz çocuklar, şimdi en ufak huzursuzlukta konfor alanlarından çıkmak zorunda kaldıkların da acımadan herhangi bir canlıya zarar v...

Sadece Boşandınız…

Günümüzde daha da göze çok batan, boşanmalar ya da ebeveynlerin geçim sıkıntısı yüzünden evinden, ailesinde ayrı kalmaları oldukça çoğaldı. Malum bütün bu yaşanan nedenlerin mutlaka bir çıkar yolu olurken, ebeveynlerin birinin ölümü, eğer çocuğunuz varsa çok daha sancılı süreçlere gebe… İnsan evladı nelere alışmıyor ki? Hayatta yaşanan olumlu ya da olumsuz deneyimlerin hangisi ölene kadar sürüyor ki? Mutlaka hepsinin bir sonu vardır. Ancak bu son gelene kadar özellikle minik kalpleri delip geçiyor. Bu yıl “Aile Yılı” ilan edildi. Elbette ki nedenini de hepimiz biliyoruz. Ailelerin parçalanması, çocuk oranın oldukça düşmesi ve aile bağlarının yavaş yavaş kopması, en büyük nedenlerden biri… Peki, yıl ilan etmekle sorun çözülebilinecek mi? Eğer tespit edilen sorunlar çözülmezse, sadece hükümet eylem planı olarak öksüz yetim kalan “çabaladık olmadı…” düşüncesinden öteye gidemeyecek bir durum olmaz mı? İnsanlar neden boşanıyor? Evli çiftler neden çocuk sahibi olmaktan çekiniyor...