NEDEN FARKLI DAVRANIRIZ?
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
NEDEN FARKLI DAVRANIRIZ?
İnsanların her davranışı, farkında olalım ya da olmayalım bir amaca yöneliktir.
Kimi zaman bunu fark edemeyiz ve ‘neden öyle davrandığımı bilmiyorum’ deriz.
Gerçekten de her davranışımızın nedenini bilemeyiz. Ancak, her davranışımızın bir ya da birden çok nedeni vardır. Bu nedenlerin altında da ‘gereksinmelerimizin güdüsü’ vardır. Acıktığımız zaman yiyeceklerin bulunduğu yere doğru gideriz. Bir araca binmek istiyorsak gözümüz yoldaki araçlara ya da duraklara yönelir. Bir şey öğrenmek istiyorsak, soracak birisini, okuyacak bir sayfayı ya da öğretici bir metni ararız.
Onun için de her davranışımız için şu iki soruyu kendimize sormayı alışkanlık durumuna getirmeliyiz;
Bu davranışı yapmamın amacı ne olabilir?
Bu amacın temelinde nasıl bir gereksinmem olabilir?
O zaman davranışlarımızı amaçsız olmaktan çıkarıp amacını anlayabiliriz. Unutmayalım ki ‘ gerçekte yapmak istemediğimiz’ bir şey için kırk türlü bahane buluruz da ‘gerçekte yapmak istediğimiz bir şey için’ hiç bir engel tanımayız.
DAVRANIŞLARIMIZ NASIL OLUŞUR?
Davranışlarımızın iki önemli ayağı vardır: Bilişsel ayak ve duygusal ayak.
Bilişsel ayak, bir konu hakkında bildiklerimizden oluşur.
Duygusal ayak ise, bir konu hakkında hissettiklerimizden oluşur. Davranışlarımız, bu her iki ayak üzerinde geliştiği için, ikisinin de önemi vardır. Örneğin, ‘internetten bilgi almak’ konusunda, bildiklerim ‘bu konunun hızlı ve her yere ulaşan bilgi alma yolu’ olarak olumludur. Ancak, hissettiklerim, ‘ya yapamazsam?’ biçiminde bir korku olursa, internet konusunda isteksiz bir davranış ortaya çıkar. Bu davranış, özellikle eski alışkanlıklarını bırakıp yeni alışkanlıklar kazanmak zorunda kalan eski kuşaklar için söz konusu olmuş, buna karşı önlemler aranmıştır. Beslenme biçiminde diyet yapan birisi için şöyle bir davranış örneği verilebilir: ‘Şimdi şu yiyecekleri yememem gerekiyor, bunlar diyet listemde yok’. Ama aynı zamanda ‘canım da şunları yemeyi çok istiyor’ gibi güçlü bir istek duyabilir. Bu durumda ortaya ya ‘ biraz yersem bir şey olmaz’ gibi ortalama bir davranış çıkar, ya da ‘ bu isteğimi bastırıp diyetimi sürdüreyim’ diyen bir kaçınma davranışı görülür. Onun için de, ‘çok istekle yaptığımız’, ‘isteksiz yaptığımız’, ‘yapmaktan kaçındığımız’ davranışlarda ‘bilişsel ayağımız’ ile ‘duygusal ayağımız’ ın neler söylediğine kulak verirsek, ayaklarımızın uyumunu ya da uyumsuzluğunu daha iyi anlarız.
BİRBİRİMİZİ NEDEN ANLAMAYIZ?
Bu sorunun sade bir yanıtı vardır: ‘anlamak istemediğimiz için’.
Peki, neden ‘anlamak istemeyiz’.
Bu sorunun yanıtı da çoğunlukla o kişi ya da o konu hakkında bir önyargımız vardır. ‘Kişinin ne söyleyeceğini ya da neden söyleyeceğini’ bildiğimiz konusundaki eski deneylerimiz bizde bir önyargı oluşturmuştur. Bu da, bizim dinlememizi engeller. Dinliyormuş gibi yapar ama aslında dinlemeyiz.
Bu durum en çok ev içindeki bireylerin birbirleri ile olan ilişkilerinde, işyerlerindeki ilişkilerde, kitle iletişim araçlarına karşı olan tutumlarımızda görülür. Bu önyargıların temelindeki önemli yanlış ise, ‘durumun değişmezliğine ilişkin bir genellemedir. ‘O hep böyle yapar’, ‘onun ne diyeceği bellidir’ ya da ‘şimdi gene şunu isteyecektir’ gibi önyargılı tutumlar birbirimizi anlamayı engeller, bu yüzden de birbirimizi anlama özürlüsü durumuna düşeriz.
EMPATİK DİNLEME NE DEMEKTİR?
Karşımızdakini dinleme biçimlerimiz çok çeşitlidir. Bu çeşitleri tanımlayan deyimler dilimizde yer almıştır. ‘Can kulağı ile dinlemek’, empatik dinlemenin tanımıdır.
‘Can kulağı’, yüreğimizin, gönlümüzün kulağıdır ve ‘anlamak için dinlediğimizi’ belirtir. Empatik dinleme; kendimizi onun yerine koyarak dinleme, anlamak için dinleme demektir ve iletişimin çok değerli bir anahtar davranışıdır. Empatik dinlemeyi bilen ve uygulayan birisi, karşısındaki ile iletişim kurmadan en önemli basamağı başarıyla çıkmış demektir.
Arapların güzel bir sözü vardır: ‘Yürekten çıkan söz yüreğe ulaşır, ağızdan çıkan söz kulakta kalır’ derler. Bizde de ‘kulak arkasına atmak’ deyimi, söylenenlere hiç önem vermeden dinlemek anlamına gelir. ‘Sen onu külahıma anlat’ deyimi de, söylenenlere inanılmadığını belirtir. İletişim kurmak için mutlaka birbirimizi ‘empatik dinleme’ ile dinlemeyi başarmalıyız. Bunun yolu da ‘karşımızdakini anlamak için dinlemenin içtenliğinden geçer. İçten olalım, yeter.
Eğer bireyler birbirini gerçekten önyargısız, anlayarak dinleyebilir, empatik dinlemeyi becerir ve yaptığı davranışları karşıdaki kişinin nasıl etkileyeceğini bilirse toplumda ve ailede iletişim çatışması yaşanmaz. Konuşma nasıl bir sanatsa dinlemede bir sanattır.
Her zaman olduğu gibi hoşça kalın, akıl sağlığınızı korumaya çalışın!
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Yorumlar
Yorum Gönder