Sığışamadığımız Entarilerimiz….


Sığışamadığımız Entarilerimiz….

Biliyor musunuz? Yaş ilerleyince aslında ne için mücadele ettiğimizi sorgulamaya başlıyoruz. Gençken ideallerimiz, doğrularımız ve hayattan beklentilerimiz keskin ve çoktu ama…

Zaman….

Size hayatın getirdiklerine eyvallah! Ve olacaklara bu da olur demeyi… Ve hatta şaşırmamayı öğretiyor.

Mesela size acı veren olaylara, kötülük yapanlara bile teşekkür edecek duruma geliyorsunuz…

Bunun adı erdem mi? yaşamın içinde çıkardığımız dersler mi? Bilemiyorum ama tek bildiğim hayatın içinde daha esnek ve yumuşak geçişler yaparak ayakta durmayı öğreniyorsunuz.

Sonuçta ne yaparsanız yapın size biçilmiş bir entari var ve onun bir şekilde içine sığmaya çalışıyorsunuz. Bazen zayıflayıp entari bollaşırken bazen de çok kilo alıp entarinin orasını burasını patlatabiliyorsunuz…

Ben yaşam döngüsünü entariye benzetirim.

Elim de bir tek bana verilmiş entarim var değiştirme, yenisini alma şansım yok ve üzerim de paramparça olana kadar o entariye sığışmam lazım öyle ya da böyle….

O yüzden bir şekilde  bu entarinin  içine sığışmak zorundayız, kilo alıp zorladığımız entarimizin orasını burasını diktiğimiz her dikiş….

İşte! Bu dikişin her batan iğnesi…

Önce canımızı acıtıp beynimize kalbinin acısın hisset sinyali verir ve usta terziliğiniz yok ise her dikiş izi zamanla entari bollaşsa da  derin izler bırakır….

O izlerin yaşamımız boyunca bize utanç, acı, pişmanlık vermemesi için formumuzu korumamız gerekmez mi?

En azından oluşan dikiş hatalarını aynı renk iplik kullandığımız da sadece biz görür ve ‘‘Evet yaaa! Ben yapmıştım bu hatayı ama aferin bana hiç belli olmuyor’’ deme şansımız olur…

Evet, hayat tıpa tıp üstümüze giydiğimiz ve hep giymek zorunda kaldığımız tek şansımız olan belki renkli, belki siyah beyaz, belki pazen ya da emprime kumaştan üfül üfül üstümüze göre dikilmiş entariye benzer…

Aklınızdan başkasının entarisini imrenip de çalmak (özellikle çalmak dedim çünkü insanların en büyük hatası başka hayatları çalmaktır) geçmesin. Bilin ki o entari de mutlaka sizin göremediğiniz dikiş hatalarıyla dolu…

Önce yaptığınız hatalar için kendinizi affedin, sonra size kötülük yapan acı veren her olayı kişiyi affedin, zaten her yanlış dikişte  iğnenin aynı şekilde battığını unutmayın…

Neden bu kadar hoşgörülü ve sakin olduğum sorulur bana yoo aslında ben öyle çok hatalı dikişler yaptım ki entarime, belki tek şansım entarim güllü dallı olması ve her iplik rengini kumaşında kaybetmiş olduğundandır.

Ama dönüp baktığım da ‘‘aferin bana artık terzi yamağı olabiliyorum’’ diyerek kendimi çoktan affettim…  

Usta terzi olmaya başladığınızda da artık ustalığın verdiği güvenle yolunuza devam edecek çevreniz de sizi üzdüğünü yaraladığını zanneden insanlar kendi entarilerinin hatalı dikişlerini görüp ömür boyu o izlerle yaşamaya mahkûm olacaklar.

O yüzden entarinizin içine girmeye çalışın, hala entarisinin için de rahat edemeyenleri de bırakın kendi hallerine zaten onların canı dikiş izlerinden ve iğnenin battığı yerlerden acıyıp duracak.
Kendinize bir iyilik yapın…

Yaşamı arada uzaktan izleyin ve size ne yapıldıysa yapılsın huşu için de önce kendiniz için sonra karşınızdakiler için göbek bağını koparıp atma adına onları affedin…

Affedici olmak, ruhunuzun özgürleşmesi için gereken en önemli duygudur.

Ve güçlü insan gerekirse vazgeçmeyi, çekip gitmeyi bilen insandır!

Bütün bu duyguları yaşarken elbette entarinin orası burası yine patlar.

Olsun! 

Siz usta bir terzi olduktan sonra o dikiş hatalarını kimse göremeyecek ve sökmek için uğraşmayacaktır (…)

Yaşama hoşgörü ve tecrübelerle bakabilmenin en keyifli yanı budur işte!

Kimse sizin canınızı acıtamayacak….

Şimdilik her zaman olduğu gibi hoşça kalın, akıl ve beden sağlığınızı korumaya çalışın!







  

Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Dünün Ardından…

Neden Küpe Takarlar?

Hadi Yine İyiyiz…