SI-KIL-DIM!


SI-KIL-DIM!

Evet, günlerdir korona ile yatıp koronayla kalkıyoruz ve kimle savaştığımızı bilmiyoruz…

Düşmanını tanımamak, gerçekten can sıkıcı bir durum . Dünya, Donkişot gibi boşluğa kılıcını sallayıp duruyor…

Sinirler bozulmaya başladı, belirsizlik ekonomik sıkıntıları kat ve katlarken, çıkmayan sokağa çıkma yasağı daha çok gerdi halkı…

Şu güne kadar yapılan açıklamalardan anlaşılıyor ki bu virüs herkese bir şekilde geçecek, bağışıklık sistemi daha sağlam olanlar hafif atlatırken, virüsle birlikte hastalıkları olanlar da ağır ya da ölümcül olacak. Anlaşılan o ki yığılma olmasın ve sağlık hizmeti çökmesin diye bizlere evde kalmamız telkini veriliyor.

Kendimizi karantinaya aldığımız günden bu yana, elbette bu duruma hazır olmayan bizleri çok ciddi ekonomik dar boğazı soktu. Ev de yetişkin olarak sıkıldık demeye başladık…

Ya çocuklar?

Doğaları gereği hareketli kıpır kıpır olan çocuklarımız, aslında bizden daha zor durumdalar. 

Çünkü; anlatmaya gayret ettiğiniz,  gözle görülmeyen bir hastalığı anlamlandırmaya çalışıyorlar, neden büyüklerini göremediklerini, neden arkadaşlarıyla oynayamadıklarını ya da okullarına gidemediklerini sorgulamaya ve cevap bulmaya çalışıyorlar.
O yüzden çocuklara lütfen daha sabırlı olun, onları korkutmadan nedenleri anlatmaya çalışın.

Zor değil mi? hem de çok zor…

Biliyor musunuz? Bu salgın sayesin de aslında analar babalar, ana-baba olmak zorunda kaldı, eşler de beraber yaşadığı eşini tanıma fırsatı buldu. Büyüklerine nazlanarak gidenler ya da telefon etmeye bile zorsunanlar şimdi onların kıymetini iyice anladı.

Sevgili analar babalar; hep öğretmenleri suçlayan, çocuklarınızın gelişimin de yaşanan sıkıntılar söylendiğinde öğretmenlere inanmayıp ilgisizlikle, işlerini doğru yapmamakla suçlayan biz veliler en azından çocuklarımızı tanıma fırsatını yakaladık.

Şöyle bir düşünün, kaç tane aile çocuklarıyla bu kadar çok zaman geçirmişti? 

Çocuğumuz 2 yaşına geldiğin de, ya bakıcıların ya da yuvaların ellerinde büyümediler mi? Ve hatta bazılarımız  hafta sonları da çocuklarımızı büyüklerimize teslim etmedik mi?

Ergen çocuğumuzun davranışlarındaki değişimi, falliklik dönemi dediğimiz 2-5 yaş arasındaki inatlarını, kaçımız hoşgörüyle karşıladı ya da bu davranışlarını olumluya çevirmek için uğraştı…

Hiperaktivite-dikkat dağınıklığı, disleksik, davranış bozukluğu ya da A tipi Otizm tanıları konmuş çocuklarımız için kaçımız mücadele ettik ve bu durumu anlatan öğretmenlere, doktorlara, eğitimcilere  inandı?

Onlarla uzun süre birlikte kalmak eğitimleri için mücadele etmek, sürekli kontrol altında tutabilmek ne zormuş değil mi?

Bence bir eğitimci olarak, farklılık gösteren evlatlarımızı tanımak için talihsiz bir karantina olsa da aslında çok da iyi oldu…

İşte biz eğitimciler, minicik yaşlarında bizlere emanet ettiğiniz çocuklarınızı, kendi evlatlarımız gibi hep koruduk kolladık, yaşadıkları davranış bozuklukları için hep mücadele ettik

Onları hırpalamadık, aşağılamadık, ötelemedik, sabırla, hiç bıkmadan sevgimizi verdik.

Şimdi; Bundan sonra öğretmenlerimizin işinin kolay olamadığını bir kez daha yaşamış olduk,

 Hiçbir öğretmenin, çocuklarımızla ilgilenmediğini söyleyeceğimizi sanmıyorum,

Eğer bir eğitimci ya da öğretmen çocuklarımızın gelişimi ile ilgili bizlere olumsuz bir bilgi verdiğin de onlara bilmişlik taslamamamız gerektiğini anlamış olduk,

Artık, bilmem kaç yıl okumuş psikiyatrı ya da psikologun sözlerini önemseyerek çocuğumuz için en iyisini yaptıklarını bir kez daha fark ettik,

 Aslın da bu salgın bizlere birçok değerimizi tekrar hatırlatma iyiliğini yaptı,

  • Unuttuğumuz hijyen kurallarımızı,
  • Sürdüğümüz zaman bizi taşralı görenlerin, nasıl da kolonyaya sarıldığını,
  • Doğaya verdiğimiz zararların ne kadar büyük olduğunu,
  • Aile birliğini,
  • Büyüklerimizi kaybetmeden aslın da ne kadar değerli olduğunu,
  • Çocuklarımızı, birlikte yaşam kurduğumuz eşlerimizi gerçekten tanıma fırsatını bize verirken, maddi anlamda yaşadığımız dar boğazda birbirimize muhtaç olduğumuzu ve malın mülkün, makamın bir virüslük ömrü olduğunu bir kez daha anlamış olduk…

En önemlisi de, aslın da ne kadar özgür olduğumuzu ‘‘evdehayatvar’’ diyerek sağlığımızın, yaşamımızın kıymetini bir kez daha kavramış olduk.

Mevlana’nın dizeleriyle yazımı bitirmek isterim: 

‘‘Allah der ki, kimi benden çok seversen onu senden alırım.

Ve ekler; onsuz yaşayamam deme, seni onsuzda yaşatırım.

Ve mevsim geçer gölge veren ağaçların dalları kurur, sabır taşar, canından saydığın yar bile bir gün el olur. Aklın şaşar dostun düşmana dönüşür.Düşman kalkar dost olur.

Öyle garip bir Dünya…

Olmaz dediğin ne varsa olur. Düşmem dersin düşersin. Şaşmam dersin şaşarsın.

En garibi budur ya; Öldüm der durur yine de yaşarsın’’

Mevlana’nın dizeleri gibi, her gün yeni bir başlangıçtır ve biz bütün yaşananlardan ders alarak bu sıkıntıları da atlatacağız yeter ki, hoşgörüyle, umutla ve sakinlikle bu süreçleri atlatmayı becerelim.

Şimdilik her zaman olduğu gibi hoşça kalın, akıl ve beden sağlığınızı korumaya çalışın!      .



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Dünün Ardından…

Neden Küpe Takarlar?

Hadi Yine İyiyiz…