Şiittt çekil! Mekânın sahibi geldi…

Şiittt çekil! Mekânın sahibi geldi…

Evet, ölüm aynen böyle diyor ‘‘şitt çekil! Mekânın sahibi geldi’’

Çok erken kayıplar gördüm hepsi gencecikti, büyükbabam, nenem, babam, eşim ve ailede ki hısım akrabalar…

En son da görümcem…

Bir amcam bir de anneannem zamanın da bu hayattan göçüp gitti

Her seferin de bu acı nasıl dinecek derken sızısını bıraksa da dindi…

Mümkün olduğunca cenazelerden uzak dursam da hep burnumun ucunda ölüm otu bitti durdu. En acı ölüm de genç ölümü değil mi? Bir de kanser iletti acı çekerek insanların yok olup gitmesi ve elinizden hiçbir şeyin gelmemesi…

Her seferinde de ‘‘destur bree zındık unuttun mu beni, ben senin sahibinim’’ diye görkemiyle yüzünü gösteren ölüm…

Şimdi doğanın döngüsü bu diyeceksiniz ki haklısınız ancak insanın canı yanınca ‘‘tüküreyim böyle döngüyü’’ demeden de yapamıyorsun.

Maddenin özünde vardır bir gün her madde, var olma süresini doldurur ve yok olur gider bu gidişe ben enerji dönüşümü diyorum çünkü doğa da hiçbir canlı yok olmuyor bunu hepimiz biliyoruz.

Acı olan o yok olan canlıyı bir daha hiç görememek, aslın da bize acı veren bu duygu. İşte, bununla baş etmek gerçekten çok zor.

 Ölen aslın da bir kişi olmuyor. O bu dünyada ki vazifesini tamamlayıp giderken, geriye acılar için de sevenlerini bırakırken, hayaller, arzuları, beklentileri ve yapamadıklarıyla beraber çekip gidiyor. Geriye kalanlar hep yarım, hep eksik yaşamını sürdürmeye çalışıyor. Galiba ölümün en fena tarafı da bu tam olmadan yarım çekip gitmek.

Ve her seferinde de ‘‘hey! Buranın da senin de sahibinim’’ diye sizi dürtükleyen bir güçle mücadele edip duruyoruz.

Ben bunları yıllar yıllar önce yaşayınca hayattım da hiç planlı yaşamadım ya da mümkün olduğunca plansızlığı tercih ettim. Niyeyse hep bana kendini hatırlattı, benim sahibim.

O yüzden ‘‘Ayasofya ibadete açılmış’’ aman! Varsın açılsın, ‘‘barolar bölünecek miş’’ varsın bölünsün bakalım, ‘‘borcum harcım varmış’’ yahu! Ülkelerin birbirine borcu var, ‘‘sevgilim beni aldatmış’’ buyursun devam etsin o onun şerefsizliği, yok ‘‘eşimden ayrıldım’’ ayrıl nasılsa bir çare bulunur, yok olmadı, sokakta mı kaldın? Kal, kardeşim bir bank da yatacak yer bulunur nasılsa. Falan filan…

İşte bütün bu saçma sapan kaygılar üzüntü dediğimiz işlerin hepsi boş…
İnsan bedenini emanet taşıyıp duruyor, işte bir gün ‘‘şitt! Mekânın sahibi, geldim’’ dediğin de bunca kaygılarınız, beklentileriniz pufff buhar olup, toprağın altın da börtü böceğe yem oluyor.

Horatius dizelerin de ne demiş ‘‘Carpe Dien’’ anı yaşa. ‘‘Güne sarılın ve yarına mümkün olduğu kadar az güvenin’’

Anlayacağınız yarın diye bir şey yok, ‘‘an’’ dediğimiz… Şimdi, şu saat, şu saniye yaşadıklarımızdır.

O yüzden, sizin elinde olmayan hiçbir şeyi dert etmeden, yapmak istediklerinizi ertelemeden, yaşayın bu saçma yaşamı ve unutmayın her canlının ya da her nesnenin bir hâkimi var ve siz ne yaparsanız yapın o ‘‘ben senin sahibinim’’ demeye devam ediyor.

Bu hayatı bize zehir etmeye çalışan her uğursuza bir gün O,‘‘şiit! Çekil, mekânın sahibi geldi’’ diyecek. Bırakın kader vazifesini yapsın…

Ey… Mekânın asıl sahibi, bana 50 yaşın da pırıl pırıl bir insanın ölümüyle bunu yine hatırlattı ya… Ne diyeyim.


Şimdilik her zaman olduğu gibi hoşça kalın akıl ve beden sağlığınızı korumaya çalışın!

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Dünün Ardından…

Neden Küpe Takarlar?

Hadi Yine İyiyiz…