Benim Sana İhtiyacım Kalmadı!

Benim Sana İhtiyacım Kalmadı! Bu lafı çokça duymuşsunuzdur günlük hayatta, “benim sana ihtiyacım kalmadı” kimi öyle acımasız olur ki bu lafı direk söyler, kimi ise dolana dolana mevzunun etrafında döner durur. Aslında acımasızlık olarak görülen bu davranış insan doğasında ya da canlıda normal bir davranıştır. Herkesin hazzı doyurma ihtiyacı vardır. Haz denildiğinde aklınıza cinsel hazdan ötesi gelsin lütfen. Haz dediğimiz olgu, canlının maddi- manevi tüm ihtiyaçlarının karşılanmasıdır. Canlı, hayatını devam ettirebilmek için bu ihtiyaçlarının giderilmesi için, yaşam süresince mücadelesine devam eder. Sonuçta, zorunlu olarak sadece hazzını giderme adına yapılan her davranışta, artık canlı kendi ihtiyaçlarını karşılama noktasına geldiğinde, ona bu yaşam alanını sunan başka canlıdan ayrılmaya karar verir ve “sana ihtiyacım kalmadı” diyerek o ortamdan uzaklaşır. Bu yaşam döngüsünde, canlılar mutlaka birbirinden beklenti içindedir ki bu beklenti ihtiyaçların giderilmesi temellidir. O yüzden, aslında temeli oturmamış terk edişlere fazla şaşırmamak gerekir. Hiç çiçeklerin küstüğünü duydunuz mu? Ben bu cümleyi rahmetli anneannemden çok duyardım “bak küstü bana, artık çiçeğini açmıyor” diye hayıflanırdı. Çünkü, çiçeğini sularken onunla konuşmayı, yapraklarını sevmeyi unutmuştur. Evcil hayvan besleyenler bilir, hayvanınıza kızdığınızda kuyruğunu sıkıştırır bir köşeye gider ve küser. Çünkü, sizin kızmanıza alışık değildir. Kendi köpeğimden örnek vermek istiyorum. Evde herkes yemeğini verir, tuvalet ihtiyacını da karşılar, ancak benim dışımda kimsenin yemek tabağına dokunmasına izin vermez ve hırlayıp, “ısırırım” diye korkutmadığı tek kişide benim. Görünüşte evin halkı aslında, sevgileri olmak üzere onun temel ihtiyacını karşılarlar. Köpek bile, evin asıl liderinin ben olduğumun farkında, elbette ki sonsuz sevgisi var, ancak ben onun yaşam kalitesini yükselten sahibiyim. Çocuklara gelelim, doğurursunuz, büyütürsünüz bütün maddi- manevi ihtiyaçlarını karşılarsınız. Sizi koşulsuz sevdiklerini de düşünürsünüz, sonuçta onlar sizin yavrularınız. Peki, ihtiyaçlarını gidermediğinizde size olan davranışları nasıl? İşte bu soruya siz kendiniz cevap bulun. Eğer canlı beklentisiz olsaydı, hiçbir çocuk ya da ana-baba evladıyla küsmez, dargın olmazdı ki bunu da hep duyuyorsunuzdur. Birbirine küs evlatlar, ana-babalar… Neden? Burada da doyurulmamış ihtiyaçlar ve karşılanmamış hazlar söz konusudur. Gelelim uzun zamandır birlikte olan çiftlere, erkek ya da kadın hiç fark etmez. Bir gün gelir ve “ben ayrılmak istiyorum” der. Nedeni de saçma sapan bahanelerdir. Peki, bunun altında yatan nedenler ne olabilir? Şu an bir kurgu yazıyorum, ancak ben dâhil hepimiz bu kurgunun içinden bir geçmişizdir. Diyelim ki bir birliktelik var. Kadın ya da erkek eşit şartlarda değil, maddi- manevi olarak birbirlerinden farklılar. Hadi burada kadın ve erkek diye ayrım yaparak devam edelim. Kadın maddi ve manevi olarak güçlü. Erkeğin her imkânından yararlanmasına izin veriyor. Erkek gün gün maddi olarak güçlenmeye başlıyor ve bir gün kadına, “ben gidiyorum diyor”. Kadın şaşkın, saçını başını yolluyor, çünkü hiç beklemediği bir davranış. Kendini kullanılmış, bir paçavra gibi kenara atılmış hissediyor ve öfkesinden aklına gelebilecek yapamasa dahi kötülükleri sıralıyor. Önce inkâr, sonra öfke ve en nihayetin de kabul duygularını yaşadıktan sonra, yaşandı ve bitti boyutuna gelen kadın, belki de bütün bunların nedenini anlamadan yaşam denizinin içinde yoluna devam ediyor. Şimdi burada nasıl bir hatalar var? Dedim ya bu bir kurgu. Erkeğe soruyorlar, neden? “ Ben gezmek istiyorum, dağda tepelerde kamp yapmak istiyorum, evde yemek yapmıyor, ev işi hak getire ve çok bağırıyor…” Ya da “Çok kıskanç, sürekli beni sanaldan takip ediyor, birkaç defa yalanını da yakaladım, yazıştığım kadın arkadaşlarıma meğer o davet yolluyormuş, benim artık onunla işim yok…” İşte, erkekler kendi gerekçelerini böyle sunarken, onlara “kardeşim yıllardır beraber olduğun kadını şimdi mi? Tanıdın ve hırsızın hiç mi? Suçu yok” sorusunu sormak gerekir. Kadınlara gelince, bu durumlar buralara gelen kadar siz neredeydiniz? Aslında yazdığım kurgunun hepsinde kazan-kazan dengesinin bozulması sonucu gelinen noktayı okudunuz. Maddi olarak güçlü kadınlar, manevi olarak da karşısındakini sürekli ezme peşindedir. Aslında, bu davranışı gösteren kadın da kendine göre normali yaşadığı için durumun farkında değildir. Çünkü erkek zaten ilk günden bu yana böyle davranıyordur. Erkek, buna razı gelmiştir. Kadına göre, herkes birbirinin huyunu öğrenmiş, temelinde de sonsuz sevginin varlığına inanmıştır. Kaçırdığı bir gerçek vardır aslında, evlat; ana-babasına ihtiyaçları karşılanmadığında kafa tutup, çekip giderken elin adamı niye devam etsin ki… Sadece olayları, kazanana kadar kabullenmiş bir erkek vardır karşısında, o da hedeflediği konuma geldiğinde “artık, seninle işim bitti aşamasına gelir” ve çekip gider… Diğer kurguya gelince, evet burada da kazan-kazan durumunun dengesi bozulmuştur. Burada maddi olarak güçlü olan kadın olsada, manevi olarak güçlü olan erkektir. O, tam tersini yapar kadını aşağılar, zira kadının ona aşırı bağlığını fark eder ve hayatında kimseyi kıskanmayan kadın, erkeğin dengesizliğinden hem yalan söylemeye başlar, hem de hafiye kesilir. Zaten manevi olarak güçlü erkek için tek ihtiyaç maddi güçtür, onuda istediği noktaya getirdiği vakit, “haydi bana eyvallah” der ve çeker gider. Burada da kadın, yine yanlış hesap yapar, zira kadın kısmı doğası gereği bir ilişkiyi sonuna kadar götürme ve yenilgiyi kabul etmeme şeklinde kodlanmıştır. Bir türlü, aslında yanında olanın niyetinin sadece maddiyat olduğunu fark etmez. Zira onun için maddiyat önemsiz bir detaydır öyle ya sevgi, sabır bütün sorunları çözer… Maalesef kazın ayağının öyle olmadığını çok sonraları fark eder bu iki kurgu kahramanı, ancak iş işten geçmiştir. Onları yanıltan davranışlar, kadınların her imkânlarını kullanan erkeklerin aslında hayatlarından memnun olduğunu düşünmeleridir. Biri aşağılarken diğeri hep alttan almıştır, maddi desteği sağlarken hiç sesini çıkarmamıştır. Egosu yüksek kadın aslında kazanıyordur, öyle ya hem sevdiği bir erkek hem de kendine koşulsuz sadık… Diğer taraftan, kadını aşağılayan bir erkek ve bu aşağılamalara izin veren bir kadın, üstelik maddi olarak da hep yanında. Sadakati ve sevgisi güçlü bir kadın, sevildiğini sandığı için kazanıyordu aslında, öyle ya, sevdiği erkek… Ben bu durumları sülüğe benzetirim. Bilirsiniz sülük alternatif tıptır. Özellikle damar hastalıklarında kan dolaşımından doğan damarlardaki kan birikmelerinde damarların rahatlaması için insanlar, biriken kanı sülüğün emmesi için o bölgeye koyarlar ve sülük kanı emip iyice şiştikten sonra kendini bırakır. Ondan önce koyduğunuz yerden kaldırmaya çalışın kesinlikle yerinden ayıramazsınız. İşte bu tür ilişkiler de böyledir. İhtiyaçlar karşılanmadan ilişkiler bitmez. Bugün neden bunlardan söz ettim? Neden kadın tarafından konuyu ele aldığıma da gelince, genelde hep kadınların erkekleri basamak olarak gördüğü gibi bence yanlış olan bir yargı vardır. Eğer yaşayan bir organizmaysanız, yaşam sürecinizin içinde tek kazananın ya da kaybedenin olmadığını bilmelisiniz. Zira daha öncede belirttiğim gibi bizler haz ve ihtiyaçlarımızın karşılanması temelli var olmuş canlılarız. İhtiyaçlar ve hazlar , “sen kazan-ben de kazanayım” mantığıyla karşılanır. O yüzden siyasetin çirkinleşmesi, beraber olduğunuz insanın basitleşmesi, evladınızın ya da sevdiğiniz insanların yiğitleşmesi, size garip gelmesin… Nihayetinde ilahi kitaplara göre özümüz çamur ve su… Şimdilik her zaman olduğu gibi hoşça kalın, akıl ve beden sağlığınızı korumaya çalışın!

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Dünün Ardından…

Neden Küpe Takarlar?

Hadi Yine İyiyiz…