Türkiye’nin laiklik serüveni.
Türkiye’nin laiklik serüveni.
Şu aralar ülke gündemi seçimlerle meşgul. Depremzedeler, deprem yüzünden evsiz kalanlar, her felakette eğitim-öğretimin sekteye uğraması ki özellikle üniversitelerin bu tür bahanelerle içinin boşaltılması, tekke, cemaat gibi Anayasa’da yeri olmayan oluşumların hızla çoğalması, insanların artık hepten şuurunu kaybedip birbirine saldırması, eleştiri yapılınca sopasını gösteren yönetimin ayıbı, anlayacağınız her şey yerel ve merkez yönetimler tarafından rafa kaldırıldı, ancak halk hiç bir şeyi rafa kaldırma niyetinde değil. Olanı biteni oldukça net bir şekilde neyse ki görmeye başladık, galiba…
En azından genç siyasiler bile kendi grubunda yapılan haksızlıklara ses çıkarmaya başladı. Artık körlemesine bir grubun peşine düşmüyorlar gibi…Bu bile ülkenin değişimi için güzel adımlar.
Ancak şu bir gerçek ki Atatürk’ün öğretilerinden çıkan herkes bir gün onun öğretilerinden medet umacak.Çok değil yakın tarihe baktığınız zaman bunu net görürsünüz….
Sizin önemsemediğiniz eğitim-öğretim sonucu hiç bir bilgisi olmayan doktorlar, bir gün sizinde canınızı alacak.
İnşaat mühendisleri, yine size beton mezarlar hazırlayacak,
Hukuku bilmeyenlerden adalet dileneceksiniz,
Üretimden anlamayan mühendisler, azınlıkta olan sanayiyi de yok edecek,
Siyaseti bilmeyen siyasetçiler, yaptıkları kötülüklerin içinde boğulup gidecekler.
En önemlisi de ahlakın ve etik değerlerin yok edildiği toplum her zaman yok olmaya maalesef mahkûmdur.
Öylesine öngörülü bir liderin evlatları olarak, bütün bu yaşananların önlemleri alınmışken tekrar başa dönmek… Hangi vatan haininin planı bilemedim. Sizle Türkiye’de laikliğin adım adım nasıl geldiğini paylaşmak istiyorum. Biraz tarihe yolculuk edelim.
1924 Şer’iye ve Evkaf Vekaleti ile Halifeliğin kaldırılması.
1924 Tevhid-i Tedrisat Kanunu ( Diyanet İşleri Reisliği,İlahiyat Fakültesi,İmamHatip Okullarının kurulması)
1925 Şapka kanunu ve Miladi takviminin kabulü. Tekke ve zaviyelerinin kaldırılması
1926 İsviçre medeni kanunu ve borçlar kanunu ile İtalya ceza kanununun kabulü,
1928 Latin alfabesinin kabulü. Anayasa da “İslam dini” ibaresinin kaldırılması ve yeminin laikleşip (Vallah,yerine “namusum üzerine söz veririm.”) İbaresinin esas alınması.
1929 Alman ceza muhakemeleri usulü kanunu.İsviçre icra-iflas kanunu
1930 İmamHatip okullarının kapatılması
1932 Ezanın ve kametin Türkçeleşmesi
1934 Hacı, hafız,ağa,şeyh,molla gibi lakap ve unvanlarla birlikte bazı kisvelerin yasaklanması
1935 Hafta tatillinin cumadan pazara çevrilmesi
1937 Laikliğin Anayasa maddesi haline getirilmesi.
10 Kasım 1938 ve Ata’m sonsuz istirahatına çekilir…
O dönemde kimler vardır mecliste? Kimler hükümeti yönetiyordu? Ne oldu da laiklik adına atılan adımlar tekrarlayıp geriye döndü? Ben siyaset bilimcisi değilim. O yüzden sadece merak ettiklerimi sorguluyorum, mutlaka sizler nedeni araştırmak istersiniz.
Ve gelelim Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümünden sonra laiklikle ilgili değişen maddelere.
1940 İlahiyet Fakültesinin kurulması ve okullara program dışı dini ders konulması.
1950 Din derslerinin programa alınması
1951 İmamHatip okullarının yeniden açılması.
1982 Orta öğretime mecburi din dersi konulması.
İşte böyle…
Türkiye’nin Laiklik adımlarını tarihsel sırasıyla paylaştım sizle…
Şimdi bunca bilgiden sonra insanda şu soruyu sorma ihtiyacı doğuyor. “Neden, yapılanları bozup, sonucu aynı olan deneyleri tekrarlıyoruz? ”
Atatürk’ün ölümüyle bariz bir şekilde ortaya çıkan, “kin-nefret duygusu kimlere hizmet ediyor?”
Türk kimliğinden, vatanından nefret etmeyecek merkez ve yerel yönetim hiç bu ülkeyi yönetmeyecek mi?
Bizler nasıl, ahlaki ve etik değerlerimiz yerle yeksan olmuş ve kokuşmuş bir toplum haline geldik?
Yoksa bütün bu kargaşanın nedeni hala din savaşlarının devam etmesi mi?
Sözün kısası; her ne yaşanıyorsa yine olan biçareye, kimsesize, mazluma oluyor. Onlar benim vekilimi seçerken bile bana sormuyor, onlar ehil ve gerçekten vatanına hizmet edebilecekleri değil cebi dolu, cebini dolduracaklarını bana vekil seçiyor.
Asıl mesele, onlar artık seçim yapmıyor. Tayin ettiklerini benim vekilim yapıyor…
Hepimizin bir oyu var ve bu oyu,1940’lar da başlayan ve hala süre gelen vatan karşıtları için,her gün eceli gelmeden şehit olan askerlerimiz için, geleceğinden korkan yarının ne olacağını bilmeyen gençlerimiz için,felaketlerde yalnız bırakılan kimsesiz,biçare komşumuz,arkadaşımız,kendimiz için,elinden her türlü temel hakları alınmış insanlarımız için, doğru ve akılcı kullanmak zorundayız.Zira bu son viraj…
Şimdilik her zaman olduğu gibi hoşça kalın, akıl ve beden sağlığınızı korumaya çalışın!
Yorumlar
Yorum Gönder