Kayıtlar

Mart, 2019 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Sığışamadığımız Entarilerimiz….

Sığışamadığımız Entarilerimiz…. Biliyor musunuz? Yaş ilerleyince aslında ne için mücadele ettiğimizi sorgulamaya başlıyoruz. Gençken ideallerimiz, doğrularımız ve hayattan beklentilerimiz keskin ve çoktu ama… Zaman…. Size hayatın getirdiklerine eyvallah! Ve olacaklara bu da olur demeyi… Ve hatta şaşırmamayı öğretiyor. Mesela size acı veren olaylara, kötülük yapanlara bile teşekkür edecek duruma geliyorsunuz… Bunun adı erdem mi? yaşamın içinde çıkardığımız dersler mi? Bilemiyorum ama tek bildiğim hayatın içinde daha esnek ve yumuşak geçişler yaparak ayakta durmayı öğreniyorsunuz. Sonuçta ne yaparsanız yapın size biçilmiş bir entari var ve onun bir şekilde içine sığmaya çalışıyorsunuz. Bazen zayıflayıp entari bollaşırken bazen de çok kilo alıp entarinin orasını burasını patlatabiliyorsunuz… Ben yaşam döngüsünü entariye benzetirim. Elim de bir tek bana verilmiş entarim var değiştirme, yenisini alma şansım yok ve üzerim de paramparça olana kadar o entariye

Kaptırmam Koltuğumu!

Kaptırmam Koltuğumu! Bahar geldi hava mis… Sevdiklerinizin ve sizin sağlığınız yerindeyse, azıcık aşınız, dara düşseniz de düşmeseniz de sizin için hep iyilik düşünen arkadaşlarınız varsa yanınızda, günlük yaşamdaki duygusal gelgitler geçim sıkıntısı zaten hep var olacaktır ki her şey biz insanlar içindir. Hal böyle olunca gelen baharın kokusu taaa ciğerlerinize işlerken kalbiniz sevgi ve umut dolu olur…      Her bitiş vazgeçiş değildir bilirsiniz ama her bitiş yeni başlangıçlara gebedir… Bitişlerin bile onurlu, şerefli, mertçe bir duruşu olmalıdır. Giderken gidişinize saygıyla razı gelmek ‘‘ çeşit aramadı tercihini böyle yaptı’’ dedirtmek kadar bir insana ne onur verir bilemem ama gidişiniz de gelişiniz de size yakışsın ‘‘kişi kendine yakışanı yaparmış’’ Ve her gidene teşekkür edin! Çünkü sizi daha fazla acılardan koruduğu için… Çünkü sizi siz yapma adına bir tuğla koyduğu için… Çünkü karanlıklar da kaybolmanıza mani olup aydınlık, huzurlu, mutlu

İnsandan Daha Acımasız Canlı Var mı? Marina Abramovic…

İnsandan Daha Acımasız Canlı Var mı? Marina Abramovic… Bir Alman Hayvanat Bahçesin de şöyle bir yazı varmış aynanın hemen önün de ‘‘En vahşi canlıyı görmek için aynaya bak!’’ Evet, insan evladı kadar acımasız ve vahşi kaç canlı var bilmiyorum? Ama insanın özellikle kendinden daha güçsüz olduğuna inandıkları canlılara yaptıkları kötülükleri her yer de okuyor ya da görüyoruz. Ben bunları yorumlamaya çalışırken karşıma Marina Abremoviç adında vücut sanatçısının korkunç sosyal,psikolojik ve toplumsal deneyini okudum evet çok korkunç bir sanatsal deneyim olmuş ki internetten sanatçının şimdi okuyacağınız halinin fotoğraflarını bulabilirsiniz. Sırp performans sanatçısı Marina Abramovic, 1960’larda ortaya çıkan ve body art yani vücut sanatı adı verilen akımın önemli temsilcilerinden birisidir. Abramoviç sanat için pek çok acı verici deneyimi tecrübelemiş, vücudunu kullanarak ürettiği performanslar ile oldukça ilgi çekici işlere imza atmıştır. Ünlü Sırp , 1979 yılında Rhythm 0 a

Yatak Soğusaydı Bari!

Yatak Soğusaydı Bari! Hıım başlığı görünce ne ola ki dediniz değil mi? Evet tahmin ettiğiniz gibi daha yatak soğumadan   yatılıya misafirliğe gidiveren   çürümüş kokuşmuş kalplerden bahsedeceğim…. Bu aralar öyle çok aldatma, ayrılık hikâyeleri duydum ki ya da zaten çoktu benim durum algıda seçicilik oldu. Evli karı kocaların aldatma ve aldatılma hikâyelerinden tutun da birbirlerini yoldaş Candaş bildiği sevdalarının daha yatak soğumadan başka yatakları ısıtmaya çalıştıklarını duyar görür olduk. Kötü, çok acı, onursuzluk bana göre ama yaşanıyor ve bu durumla başa çıkmak için ayrı bir savaş veriliyor. Neden aldatılırız ya da aldatırız? İnanın bunun tam cevabı hiçbir zaman verilememiştir. Bana göre insan evladının nefsinin pis olması, çocukluk dönemin de manevi değerlerin verilmemesi ve yetersiz bireylerin sürekli kendini kanıtlama isteği gibi geliyor… Bunu akademik olarak değil yaşamın içinden araştırmak istedim. Benim malzemem insan ve mesleğim gereği çok

“Hangi Ara Biz Böyle İki Paralık Olduk!”

“Hangi Ara Biz Böyle İki Paralık Olduk!” Bu akşam ne yazsam diye düşünürken, aslında yazacak o kadar çok konu var ki en önemli konu bizim kurumların yaşadığı haksız rekabet sorunu. O zaten büyük dert Hükumet kaş yapalım derken göz çıkardı şimdi de Belediyeler büyük bir hızla gözümüzü oymaya devam ediyor. Biliyor musunuz? Belediyeler, Çocuk Bakım evlerini yine kendi açıyor ve kendi denetliyor. Güler misin? Ağlar mısın? Anlayacağınız yine yanlış uygulama, yine haksız rekabet, yine ehil olmayan insanların eline düşen genç dimağlar ve sonuç yine yok olup gidecek bir nesil! Hepimizin başı sağ olsun… Neden mi?  katı ve keskin yazıyorum.  Yıllardır siyasetin eğitime karışmaması gerektiğini, eğitimin yansız olması gerektiğini ve hatta belediyelerin siyasi parti durumuna gelmemesi halka eşit şartlarda hizmet etmesi gerektiğini savunan biz değil miydik? Peki, ne oldu şimdi? Hepimiz de çok iyi biliyoruz Belediye de çalışmak için sadece adamın olsun yeter. Yazık bari eğitimi eşit şartlarda hakkani

SİZ DE BİR ANANIN EVLADISINIZ?

SİZ DE BİR ANANIN EVLADISINIZ? Evet, ‘‘Emekçi Kadınları Anma Günü’’ yine eften püften e kimine göre kutlandı, kimine göre anıldı. İyi de ne değişti ya da değişiyor onu bilemiyorum. Kadın, yine  erkek egemen toplumda aynı yerde. Kadının duyguları hiçe sayılmaya, bedeninin kullanılmasına, dayaklara, tacizlere her türlü mobinglere ve hala eksik etek   olarak görülmeye aynı hızla devam ediliyor. Çözüm mü? Biz analar, erkek çocuklarımızı doğru yetiştirmek zorundayız bunu başaramadığımız sürece bu hikâye sürüp gider. Sayın erkekler artık klişe laflar bunlar ama sizi de doğuran bir ana hani hep unutuyorsunuz ya! Tekrar hatırlatayım dedim… Erkek çocuklarınıza küçük yaşta vermeniz gereken en önemli kavram insanı insan olarak görmeleri. Eğer siz oğullarınızla minicikken erkek çocuğu olarak övünüyorsanız, paşam, aslanım gibi güç isimleriyle hitap etmeye, onlar erkek çocuğu kadın işi mi yaptırılır? diyorsanız bu sorun asla çözülmez. Önce biz oğullarımıza, İnsanı insan olarak görm

YOK, OLUP GİDEN BİR NESİL…

YOK, OLUP GİDEN BİR NESİL… Geçenler de bir makale okudum çocukların ev işi yapmaları gerektiğini ve çocuk gelişimin de önemli katkı sağladığını yazıyordu. Makale de şöyle diyordu ; ‘‘Minnesota Üniversitesi profesörlerinden Marty Rossmann tarafından yapılan araştırmaya göre çocuklardan erken yaşlarda ev işleri yapmalarını istemek onların beceri, sorumluluk ve özgüven duygularını kalıcı bir şekilde geliştirmelerini sağlıyor. Dr. Rossmann, 84 çocuğu anaokulunda, 10 ve 15 yaş civarlarında ve 20’li yaşlarının ortalarında olmak üzere yaşamlarındaki 4 evre boyunca izleyen uzun soluklu bir araştırmanın verilerini analiz etti. 3 ve 4 yaşlarında ev işi yapmaya başlayan genç yetişkinlerin, hiç ev işi yapmayan ya da ev işi yapmaya ergenlik döneminde başlayanlara göre aileleriyle ve arkadaşlarıyla daha iyi ilişkiler kurabildiklerini, daha fazla akademik ve erken yaşta kariyer başarısı kazandıklarını ve kendi kendilerine yetmeye daha fazla meyilli olduklarını buldu.’’ Ve daha da uzayıp giden

ÇOCUKLARI İNTİHARA SÜRÜKLEYEN MOMO OYUNU

ÇOCUKLARI İNTİHARA SÜRÜKLEYEN MOMO OYUNU Yıllardır teknolojinin yanlış kullanılmasından çıkacak olumsuzlukları bilim insanları, eğitimciler ve ben anlatıp durduk yıllar içinde yaşanan olumsuz dönütler neticesinde sürekli uyardığımız ebeveynler ısrarla genç dimağları daha tazecikken bu olumsuzluklarla karşı karşıya getirmeyi başardılar. Eskiden farkında olunmadığını düşünüp ‘‘iyilik yapmaya çalışırken kötülük yapıyorsunuz’’ diyerek olaya daha yumuşak bakıyordum. Ancak artık bunu demiyorum sayın ebeveynler evlatlarınıza isteyerek bilerek zarar veriyorsunuz ki çocuk gelişimdeki sakıncaları bir bir her yerde anlatmış olsak da ısrarla bildiğinizi yaparak çocukların bu çirkin dünyayla tanışmasına yol açtınız. Ben yinede yazıyorum teknolojik aletlerle çocukları en az 5 yaşına kadar tanıştırmamamız lazım televizyon zaten 2 yaşına kadar seyrettirilmemeli ve daha sonraki yaşlarda süreli olarak seyretmelerine izin verilmesi gerekir ayrıca en az ortaokul 3.sınıfa kadar çocuklara cep t