Kayıtlar

Temmuz, 2020 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Yine bir bayram geldi…

Resim
Yine bir bayram geldi…   Kimi için hüzün, kimi için mutluluk…   Bu bayram kısıtlamalar da olsa mesajlarla, telefon görüşmeleriyle bir şekil de sevdiklerimizin iyiliklerini öğrenerek, gelip geçecek.   Ya yitip gidenler?   Kimini kalbimize gömdük, kimini toprağa, ne toprak doydu sevdiklerimizi almaya, ne namertlerin soyu tükendi, usanmadılar kalplerimizi karartmaya…   Diyeceksiniz ki bu hep vardı, şimdi bayramın suçu ne? Elbette ki bayramın hiçbir suçu yok, lakin nedense bütün özel günler bana hep üzüntü verir. Kim bilir belki çocukluğumu bir bayram günü terk ettiğim için…   Hiç, “nerede o eski bayramlar” demedim çünkü o eski bayramların da yeni bayramların da için de hep biz vardık. Anlayacağınız çocukluğumuzun da eski bayramlarımızın da canını okuyan yine bizleriz.    Eski gelenek-göreneklerimizi devam ettirmeyelim diye kimse kürekle ağzımıza yüzümüze vurmadı. Bayramlar hala eski bayramlar ancak biz eski biz değiliz tek fark bu.   Mesela ben, eskide

Meydan kurt görünümlü çakalların eline kaldı!

Meydan kurt görünümlü çakalların eline kaldı! Günlerdir medyayı sanaldan ya da televizyondan takip ediyorum ve şaşkınlıkla birlikte üzüntü bütün benliğimi kapladı. Bu durum da insan duygularını yazarken kontrol altın da tutmalı zira yazı yazmak bazen başınıza iş açabilir. Ancak yine de öfkeme hâkim olamıyorum ve ağzı dolu okkalı küfürler etmek istiyorum. Bilirsiniz küfür, aslın da çaresiz, biçare insanların haykırışıdır, ayrıca kendini deşarj etmenin en kolay yoludur. 49 yaşındayım ve ülkemin bu kadar kaos için de olduğunu ilk defa görüyorum. Her şey hortladı, tarikatlar, sapıklar, yoksulluk, açlık, Türkiye’min kurucusuna nefret, devlet büyüklerinin dengesini yitirdiği egoları, muhaliflerin iktidarı bırakıp, birbirine muhalefetleri… Gibi… Gibi… Eskiden bir kaç kaygımız vardı? PKK ve enflasyon hep bu!   Sıkıyorsa, takkeliler, sarıklılar, kara çarşaflılar orta da cirit atsın. Sıçanlar gibi köşe de bayır da saklanır dururlardı. Sıkıyorsa bir namert, Ata’mıza

Aptala döndük…

Aptala döndük… Nasıl bir çağa denk geldik? Gelmez olsaydık… Sonun da bunu dedirtiyorlar insana,  hiç mi? Güzel bir şeyler olmaz, hiç mi? Doğru kararlar verilmez, hiç mi? Halkın menfaatine olaylar gelişmez nasıl bir zaman dilimin de yaşamaya çalışıyoruz? Artık aptala döndük… Tarihi yerlerimiz bir bir talan ediliyor. Turizm gelirinin en fazla olduğu tarihi geziler değil mi? Hangi çıkar ilişkisi böyle bir geliri hiçe sayabilir? Ormanlarımız eskisinden daha fazla mangal, sigara izmaritinden yanmaya başladı (resmi açıklamalar böyle) Verimli topraklarımız, köylünün merası, hızla konut ve sanayi alanı ilan ediliyor Eğitime vurulan baltanın ardı arkası kesilmiyor, şimdi de Açık öğretimden psikoloji bölümü açılma tartışmaları başladı. Aslın da olmaz! Tek bu bölüm açılmasın, oldu olacak Tıp fakültesini de açın, olayı kökten çözün. Yetkilinin biri çıkıyor ‘‘malum örgüte tesadüfen dâhil olup, yanlışından dönenleri affedin’’ diyor ki adam doğru söylüyor, maden PKK katil

Şiittt çekil! Mekânın sahibi geldi…

Şiittt çekil! Mekânın sahibi geldi… Evet, ölüm aynen böyle diyor ‘‘şitt çekil! Mekânın sahibi geldi’’ Çok erken kayıplar gördüm hepsi gencecikti, büyükbabam, nenem, babam, eşim ve ailede ki hısım akrabalar… En son da görümcem… Bir amcam bir de anneannem zamanın da bu hayattan göçüp gitti Her seferin de bu acı nasıl dinecek derken sızısını bıraksa da dindi… Mümkün olduğunca cenazelerden uzak dursam da hep burnumun ucunda ölüm otu bitti durdu. En acı ölüm de genç ölümü değil mi? Bir de kanser iletti acı çekerek insanların yok olup gitmesi ve elinizden hiçbir şeyin gelmemesi… Her seferinde de ‘‘destur bree zındık unuttun mu beni, ben senin sahibinim’’ diye görkemiyle yüzünü gösteren ölüm… Şimdi doğanın döngüsü bu diyeceksiniz ki haklısınız ancak insanın canı yanınca ‘‘tüküreyim böyle döngüyü’’ demeden de yapamıyorsun. Maddenin özünde vardır bir gün her madde, var olma süresini doldurur ve yok olur gider bu gidişe ben enerji dönüşümü diyorum çünkü doğa

Hiç Yetişkin Disleksi Gördünüz Mü?

Hiç Yetişkin Disleksi Gördünüz Mü? Gördünüz…Gördünüz… İşte o,benim… Evet, ben bir disleksiyim. Çok havalı gibi geliyor değil mi? Ancak bizlere yaşam çok zordur. Bu zorluklarla bu yaşa geldim yani bizler de bir zekâ geriliği ya da psikolojik bir bozukluk yok o yüzden rahat olun… Ben latice ya da yabancı terimleri hatırlamayı bırakın, telaffuz bile edemem, sizlerin çok basit çıkardığı hipodrom gibi kelimeleri ( ‘‘hepedrom’’  aslında böyle konuşup böyle yazarım doğrusunu googel emmineden bulup düzeltirim) söylemekte ya da yazmakta zorlanırım. Mesela Whatsapp diyemem (vampsat derim.) Yıllar önce adını değiştiren Telsim benim için hala Telsim’dir. Bakın bununla ilgili komik bir anım bile var. Telefonla ilgili bir sıkıntım olmuştu, Vodafone bayisine girdim orada ki görevli gence ‘‘Bu Telsim niye böyle yapıyor?’’ diyerek ben çıkışıp duruyorum, garibim görevli dinledi sonra ‘‘abla, yazık şirket milyarlar harcadı Vodafone reklamı için sen hala Telsim diyorsun’’ diye gülmeye

Benim Memleketin…

Benim Memleketin… Bugün size Çukurova ‘dan Adana’yı anlatmak istiyorum… Kiminin taşra olarak nitelediği, Kiminin küfürbaz, Allah’ın adamları bildiği, Kiminin pamuk ağalarının olduğunu sandığı, Kiminin pavyon kapatacak kadar gece hayatıyla iç içe olduğunu düşündüğü, Kiminin Fellah diye nitelendirdiği, Canım Adana’m Benim 7 sülalem Adana topraklarında doğup büyümüş ta.. Mezopotamya uygarlığından bu yana ne köyüm var ne de kasabam ne de mahallem, fellah da değilim ki fellah çiftçi demek. Göçler sonucu Arap kökenli Adanalılarla kardeş kardeş geçinmişiz bunca sene, doğup büyüdüğüm topraklar da Arap, Alev, kavramlarını, çok rahatlıkla söyleyeyim son 20 yıldır biliyorum. Ne merak ettim arkadaşlarımın soyunu sopunu, ne onlar merak etti. Memleketim oldukça fazla göç alan bir bölgede olunca bizim gibi 7 sülale kökeni başka yer görmemiş azınlıklar bunlarla hiç uğraşmadı. As olan insanın insan olması değil mi? Komşumun kökünün nereden olması beni ne ilgilendirir ki… Anca

Ya! Gidersen…

Ya! Gidersen… Bugün aslın da çok da keyifli değilim.Genel de takındığım tavrım üzgünken ve kızgınken yazı yazma… Zira duyguları kontrol etmek çok zor olur.O yüzden yazı yazma ve yazmama arasın da gidip geldim ancak şunu da biliyorum ki benim yazacaklarımı yaşayan ve çıkmaz da olan insanların varlığının olduğu.İnsanlar bazı acıları yaşadıkların da kendi acılarının da başkaları tarafından yaşandığını gördü ya da okuduğu zaman ‘‘evet bunu tek ben yaşamamışım’’ der ve içini biraz daha ferahlatır.Yazımı kaleme (gerçi şimdi klavye oldu) almamın tek nedeni bu…. Genel olarak ailesin de ölüm acısı yaşamayan birey ölüm haberini duyduğun da sadece bir, insanın öldüğünü düşünür ve hayır dileklerini diler, geçer gider ki bu da doğal bir davranıştır empati (duygudaşlık) dediğimiz kavram eğer kurmaya çalışan tarafından hiç yaşanmamışsa bu duygunun anlamı havada kalır. Aslın da ölen bir kişi değildir. Ölen insanla birlikte eşi, çocukları, anası, babası, kardeşleri… Hepsinin ruhu, ha