BİZİM SENDROMLAR HAVADA UÇUYOR HABERİ OLAN VAR MI?
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
BİZİM SENDROMLAR HAVADA UÇUYOR HABERİ OLAN VAR MI?
Geçen gün bir mesaj geldi.
Türk insanlarının Enstonya Feribotu Sendromu yaşadığı ile ilgiliydi. Bu sendromun çıkış nedeni 28 Eylül 1994 yılında Baltık Denizin de yaşanan en büyük deniz kazalarından birisi olması ve 852 kişinin kazada ölmesinden sonra ailelerin ifadesiyle ölenlerin %98 inin yüzme bilmesine rağmen neden hiçbir şekilde kurtulmak için çabalamamalarıydı..
Bilim insanları hala tam nedenini bilemese de feribotta olan yolcuların, görevli ve kaptanlara sonsuz güvenlerinin altında yatan nedenleri. Göz göre göre batacaklarını fark etmelerine rağmen her şeyin düzeleceğine inançlarının nasıl geliştiğini hala araştırmaktadırlar. Bu hastalıklı bağlanmanın da adını bu şekilde bilimsel araştırmaların içine yerleştirmişler.
Evet, Türkiye’nin durumu da yazı da bu şekilde özetlenmişti.
Aslında doğruda ancak Estonya Feribotu Sendorumuna yakalanmadan önce Türk insanı hangi ruh haline bürünmüştü ki bu şekilde kendini yönetenlere bağımlı olmuştu…
Neden?
İşte, ben de bunun üzerine araştırma yapma ihtiyacı duydum çünkü ‘‘habire görmüyorlar mı? Bu insanlar koyun mu?’’ Deyip dövünenlerdenim…
Bizler bir sendrom yaşıyoruz yaşamasına ve hatta öyle hale geldik ki özel hayatımıza da ikili ilişkilerimize de taşıdık bu durumu…
Bizler Estonya Feribotu sendromundan önce aslına Stockholm sendromuna yakalandık haberiniz var mı?
STOCKHOLM SENDROMU NEDİR?
Bir insanın kendisini zora sokan, üzen koşulları kabullenmesi, benimsemesi hatta savunması, sıkıntıya sokan koşulları oluşturan nedenleri görmemesi, ezilmesine rağmen ezenin yanında yer alması olarak da tanımlanabilen, rehinelerin kendilerini esir alanların duygularını anlama durumuna gelmeleri ve daha sonrasında suçlulara yardımcı olmaya çalışmaları ve sonunda özdeşim kurmaları hali şeklinde ortaya çıkmıştır.
Sürekli şiddet yaşamanın bir sonucu olarak kurbanlar saldırganla özdeşleşmeye ve bir hayatta kalma stratejisi olarak onun için hareket etmeye başlayabilir. Kurbanın iradesinin saldırgana bağlı olması gönüllü bir karar değil, şiddetin doğrudan sonucudur.
Travmatik bağlanma süreci… (Appelt,Kaselitz, Logar 2004) “Şiddet uygulayanın ilk hedefi kurbanı köleleştirmektir ve bu amaca kurbanın hayatının her alanında despotça bir denetim kurarak ulaşır. Ancak salt boyun eğme onu nadiren tatmin eder; suçlarını haklı göstermenin psikolojik ihtiyacı içindedir ve bunun için kurbanın onayına ihtiyaç duyar. Bu yüzden durmaksızın kurbanından saygı minnet ve hatta sevgi göstermesini talep eder. Saldırganın nihai hedefi gönüllü bir kurban yaratmak gibi görünmektedir”. (Herman, 1992)
Şiddet ve şiddet tehditleri. Şiddet içerikli ile iyi davranma arasında gidip gelerek değişen tutarsız davranışlar bağlanmayı arttırır. Eğer uygunsuz bir düşünceye sahip olurlarsa istismarcının bunu anlayıp daha şiddetli öç alacağı düşüncesi. Izolasyon bağlanmayı arttırır
Ve sendromun dönütleri…
Ufak bir iyiliğe karşı bile çok yoğun minnet duyguları – Şiddeti ve şiddet tehdidini inkar – Rasyonalizasyon – İstimarcıya ve kendine olan öfkenin reddi – Kötüye kullanımı önlemeye yönelik güce sahip olduğuna yönelik bir inanç – Durumdan ve istismardan ötürü kendi kendini suçlama eğilimi – İstismarcının ihtiyaçlarına aşırı duyarlılık – İstismarcı şiddet davranışını azaltsın diye onu memnun etme çabaları – Dünyayı istismarcının perspektifinden değerlendirme, kendine ait bakış açısını kaybetme – Kendini de istismarcının bakış açısıyla değerlendirme – İstismarcıyı iyi biri olarak değerlendirme ya da onu da kurban olarak görme – Hayatta kaldığı için ve onu öldürmediği için istismarcıya minnet duyguları besleme
İşte böyle…
Peki, sizlere soruyorum kendine vereceksiniz bu cevabı,
Bazılarımız, hep mağduru oynayanların yanın da olmadık mı?
Bazılarımız bağırıp çağıran, küfür eden iten kakanları alkışlamadık mı?
Bazılarımız düşünürken bile düşüncemizden korkmadık mı?
Bazılarımız ‘‘vardır bildiği ülkenin refahı için yapıyor’’ demedik mi?
Bazılarımız Atatürk’ün zamanında ki projelerin yapılmasında bile ‘‘helal olsun’’ demedik mi?
Bazılarımız ‘‘çıkın sokağa’’ dendiğin de koşulsuz şartsız sokaklara dökülmedik mi?
Bazılarımız bize sunulan sandığımız, aslında zaten sosyal devlet isek olması gereken hizmetlere ‘‘yav bak görüyor musun adamlar nasıl çalışıyor’’ demedik mi?
Bazılarımız ‘‘ben onun kıçının kılı olurum, istesin kocamdan boşanırım ve hatta kadın bile olurum’’demediler mi?
Bize yapılan dini ve maddi istismarın farkında mıyız?
Siz hiç iktidar partisinden biriyle konuştuğunuz da yanlışı görse bile ‘‘yahu doğru mudur acaba’’ dediğini duydunuz mu?
Biat… Sonsuz biat….
Hala, Stockholm sendromuna yakalanmadığımızı iddia etmeyeceksiniz değil mi?
Bu arada bu yazıyı hazırlarken bende özel hayatımda böyle bir sendroma yakalandığımı fark ettim.
Hadi! Hepimize çok geçmiş olsun…..
Şimdilik her zaman olduğu gibi hoşça kalın, akıl ve ruh sağlığınızı korumaya çalışın….
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Yorumlar
Yorum Gönder