İÇİMİZDEKİ KURT

İÇİMİZDEKİ KURT


Her zaman İçimizde bizi kemiren içimizi kalbimizi, beynimizi yavaş yavaş yiyip hayatımızı bize zehir eden ve kaderimize yön veren bir kurt vardır bilirsiniz ve neden, nasıl olduğunu bir türlü kestiremeyiz.
İşte bu, cevaplandıramadığımız ama hayatımıza, tercihlerimizle yön veren ve bu yaşamda kader diye önümüze çıkan duyguların temeli bilinçdışımızdan gelen geçmiş yaşamımız.
Psikiyatrist. Yazar Gülseren Budayıcıoğlu’nun ‘‘Kral Kaybederse’’ kitabın da yazdığı gibi ‘‘acaba Tanrı bizleri yaratırken kaderimizin içini boş bırakıp içini bizlere mi? doldurtuyor…’’
Kim bilir, yaşamın içinde yoğruldukça bende böyle düşünmeye başladım aslında…
Bu hafta kendimi şımarttım ve 48 yaşına yaklaştığım(durmadan yaş paylaşır oldum bu tehlikeli… Demek ki yaşlanmayı reddediyorum) şu günlerde belki de hasta olmanın dışında ilk kez kendime zaman ayırdım. Kendime zaman ayırmayı unutmuşum, inanın çok keyifliymiş lütfen yapın bunu…
Cumartesi günü bütün gün Gülseren Budayıcıoğlu’nun Kral Kaybederse 384 sayfalık kitabını küçük notlar alarak okudum bitirdim.
Size bir tavsiyem ya da yazı yazdığım için bende alışkanlık olan bir durum ama okuduğunuz kitaptan notlar çıkarmanız geriye dönüp baktığınız da kitabında içeriğini unutmamızı sağlıyor. Hatırlamanın, en çabuk yolu.
Kendim için bir şeyler yapmanın iç huzuruyla sizlere yazmaya başladım. Şunu unutmayın kimse kendi konusuna hakim olsa da her şeyi bilemez ve hatırlama ihtiyacı duyar, bunun için de mutlaka dıştan uyarıcıların olması gerek…
Benim de yaptığım buydu bildiğim eğitimini aldığım bir konunun başka bir insanın anlatımıyla üstünden tekrar geçmek oldu ki iyi ki de olmuş…
Bilinçdışı dediğimiz kavram bizim bebeklikten itibaren mutlu ya da mutsuz yaşadığımız anıları suyun en altına hatta kumun içine sakladığımız anılardır.
Her davranışımız, her duygumuzun temelin de bu yatar ki eğer farkına varmazsak bilinçdışımız alışkanlıklarımızı bu da karakterimizi oluştururken, yaşanmış kuma gömmüş olduğumuz anılarımız tercihlerimizle kaderimizi belirler öyle hale gelir ki bize zarar vereceğini bilsek de karakterimiz olan davranışımızı değiştirmeyiz.
Bakın yazar kitabında küçük bir hikâyeyle bunu nasıl anlatmış. Sayfa 192;
‘‘Bir gün dereden geçmek isteyen akrep, gördüğü kurbağadan yardım ister.
Kurbağa sorar, ‘‘Ya beni sokarsan?’’
Akrep der ki ‘‘Ama o zaman ikimiz de suya batar boğuluruz. Hiç yapar mıyım?’’
Suyun ortasına geldiklerin de akrep kurbağayı ısırır ve bütün zehrini boşaltır. Kurbağa ölmeden önce, hani sokmayacaktın bak ikimiz de öleceğiz.’’
Akrep, ‘‘Ne yapayım huyum bu!’’ der.
İşte kumun altına sakladığımız anılarımız alışkanlıktan karaktere dönüştüğünde kaderimizi de değiştirir.
Kurbağa ve akrebin boğulup öldüğü gibi…
Bilinçdışına atığımız anılarımız bazen bir koku, bir ses, bir yüz ya da bir yer olarak karşımıza çıkar ve ‘‘ben bunu daha önce yaşamıştım’’ dersiniz. Bilinçdışına attığınız tüm kötü ya da iyi anılarınız bir şekilde hep karşınıza çıkar bunu engelleyemezsiniz ki engellediğiniz de de size hastalık olarak geri döner. Yazarın bu konuda ki düşüncesi de şu ‘‘psikiyatriye deliler değil, akıllılar gelir. İç dünyasında bir şeylerin terst gittiğini fark eden kişi akıllı ve duyarlıdır’’
Evet, sürekli başarısızlık, mutsuzluk daha doğrusu mutlu olamama hikâyesi olan herkesin içdünyasında ters giden bir şeyler vardır ve bunu fark edip yardım aldığımızda kaderimizin nasıl değişeceğini, hayatımızın nasıl anlamlaşacağını bu kitabı okurken bir kez daha fark ettim.
Kitabı ve yazarın bütün kitaplarını herkese tavsiye ederim. Yaşanmış olaylar her zaman dikkatimi çeker çünkü bizden ve bizi anlatan hikâyelerdir ve gerçektir…
Etrafında mutlaka öfkesini kontrol edemeyen, sürekli hayatıyla ya da işiyle ilgili mutsuzluğunu anlatan, hep geçmiş güzel günlerinden bahseden, kadınları cinsel obje olarak gören, sevemeyen, bağlanma, ölüm, hastalık, yalnızlık korkusu yaşayan ve kendi dünyasını da sizin dünyanızı da perişan eden kendini ‘‘Kral’’ gibi gören birileri mutlaka vardır.
İşte, bütün bu olayların bilinçdışı anılardan kaynaklandığını anladığınız zaman hiç kimseyi ne yargılayabiliyor nede kıza biliyorsunuz. Biliyorsunuz ki bütün davranışlarının altında kendinin bile fark etmediği anıların artık alışkanlık olduğu bunun da karaktere dönüşüp kader olarak karşısına çıktığı.
Bir kez daha sevgisini ifade edemeyen, sürekli sen hayatımda yoksun hatta dünyamda bile yoksun diyen insanı, başarısızlığa tahammül edemeyeni, kendinden çok küçük ya da büyük insanlarla duygusal bağ kuranı, çapkınlığın marifetmiş gibi anlatılmasını, sürekli kadın ya da erkek peşinde koşanı, kaba kötü davranan insanın neden sevilmeye devam ettiğimizi anladım.
Kitapta sayfa 107 de yazar şöyle demiş. ‘‘Öyle insanlar var ki ne kadar kötüyseniz, onu ne kadar çok yaralayabiliyorsanız, size verdiği önem o kadar artıyor. Aşk bile geçmişte yaşananların ayak izleriyle oluşuyor’’
Çünkü hepsi hepsi geçmiş yaşamımızın bize yansıyan yüzü…
Elbette ki kimse bir başkasından değersiz değildir ve kimse ruh bilimcisi ya da benim gibi buzdağının öteki yüzünü görebilmek için çabalamak zorunda değil. İşte bu bağlamda sizin de kaderiniz bu insanlarla beraber olduğunuz sürece değişir bu sizin tercihinizdir.
Yazarın yine hoşuma giden bir düşüncesiyle aslında ne kadar değerli olduğumuzu sizlerle de paylaşmak istiyorum. Sayfa 210. ‘‘Doğa sürekli yeni sanat eserleri yaratıyor. Siz de o sanat eserlerinden birisisiniz’’
Biz değerli ve önemliyiz ancak karşımızdaki kişilere de bu değeri ve önemi vermez hissettirmezsek işte kitabın karakteri gibi onu sevenler tarafından terk edilir ve Kralın düşüşünün ne kadar acı ve hüzünlü olduğunu görürsünüz.
Halkı olmayan ‘‘Kral Kaybederse’’ sizce ne olur?
Şimdilik her zaman olduğu gibi hoşça kalın, akıl ve beden sağlığınızı korumaya çalışın!

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Neden Küpe Takarlar?

Bekâret Kemeri

İyi ve Kötünün Felsefesi Nedir?