KENDİ YARATTIĞIMIZ HAPİSHANEMİZ DE ÖZGÜR OLDUĞUMUZU SANMAK!

       KENDİ YARATTIĞIMIZ HAPİSHANEMİZ DE ÖZGÜR OLDUĞUMUZU SANMAK!

Geçenlerde Nazım Hikmet Ran’ın bir şiiri gözüme ilişmişti. Hapishane de geçen dönemlerin de özgürlüğün ne kıymetli olduğu ile ilgili bir şiirdi.
Ran şiirde şöyle diyordu;
“Bugün Pazar,
Bugün ilk defa beni güneşe çıkardılar
Ve ben ömrüm de ilk defa
Gökyüzünün benden bu kadar uzak
Bu kadar mavi
Bu kadar geniş olduğunu şaşarak
Kımıldamadan durdum.
Sonra saygıyla toprağa oturdum
Dayadım sırtımı duvara
Bu anda ne düşmek dalgalara,
Bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım.
Toprak, güneş ve ben…
Bahtiyarım…
Acaba o vakte kadar Nazım Hikmet hiç bu kadar fark etmişimiydi, güneşi, toprağı, özgürlüğün ne kadar değerli olduğunu…
Kim bilir…
Bizler yaşamın içinde aslında kıymetlimiz diyebileceğimiz hiçbir değerin kıymetini bilemiyoruz.
Taa ki, kaybedene kadar…
Nedenleri elbette ki, sıralanabilinir ancak en belirgin nedeni asla kaybetmeyeceğimize inandığımız için…
Sağlığımızı kaybetmeyiz,
Malımızı mülkümüzü kaybetmeyiz,
Arkadaşımızı dostumuzu kaybetmeyiz,
Kariyerimizi kaybetmeyiz,
Evladımızın sevgisini kaybetmeyiz,
Sevdiceğimizi kaybetmeyiz,
Özgürlüğümüzü kaybetmeyiz,
Gibi…
Gibi…
Neden mi?
Kendimize o kadar çok güveniriz ki, egomuz o derece tavan yapar ki,bize değer veren hiç kimse arkasını dönmez,emeğimizle kazandıklarımız asla bitmez,öyle sağlıklı yaşarız ki sağlığımızı hiç kaybetmeyiz,hiç hata yapmadık ki özgürlüğümüzden olalım….
Ve bu egoyla ne gökyüzünün maviliğini, ne toprağın kokusunu, ne tomurcuklanmış çiçeğin zarafetini, ne sevgilimizin gül cemalini fark etmeyiz, edemeyiz…
Aslında farkına varmadan hayatımızı görünmeyen demir parmaklıkların arasın da özgür olduğumuzu sanarak yaşar gideriz,
Taki bütün bunları kaybedene kadar…
Peki, değer mi? Bu kısacık ömrümüzde kendi hapishanemizi yaratırken sevdiklerimizi de bu sona mahkûm etmeye…
Değmez değil mi?
Gökyüzünün mavisinin her rengini, toprağın kokusunu, yağmurda yürümeyi, özür dilemeyi, seni seviyorum, iyi ki varsın yanımdasın demeyi, denizin sonsuz güzelliğini, böceği, çiçeği, komşunuzu, eşinizi, dostunuzu, sağlıklı olduğunuzu görebilme özgürlüğünü ertelemeyin…
Zihnimiz de nasıl bir hayat yaratıyorsak ve özgürlük anlayışını nasıl biçimlendirmişsek bunu yaşarız…
Kendi yarattığımız görünmeyen parmaklıkların arasında özgür olduğumuzu sanarak yaşamak yerine, gerçekten özgürleşme dileği ile sizlere çok sevdiğim bir motorcu hikâyesini yazarak konuyu tatlıya bağlamak istiyorum.
Serçenin biri, bir bahar günü uçuyormuş
Bir anda fark etmiş ki karşıdan motosikletli bir adam geliyor.
Her ikisi de çarpışmayı engellemek için ellerinden geleni
yapmışlar… Ama nafile…
Serçe ‘çotaaank’ diye kaska çarpıp düşmüş.  Motorcu koşmuş
serçenin yanına.  Serçe baygın yatıyor… Kıyamamış, bırakamamış yolda; almış getirmiş eve.  Eskiden kalma bir de kafesi var evde. Baygın serçeyi kafesin içine güzelce  yerleştirmiş. Yanına da az biraz su, az biraz ekmek koymuş, vurmuş kafayı yatmış…
Bizim serçe bir müddet sonra ayılmaya başlamış. Daha tam seçemiyor ortalığı.. Hafif bulanıklık var yani…
Bir bakmış ki parmaklık, ekmek, su falan var bulunduğu yerde…
Birden dank etmiş vaziyeti:
Has…..tir lannn  motorcuyu öldürmüşüz …!
Hayat Kısa,
Kuralları Yık,
Kolay Affet,
Özgürlüğün kıymetini bil,
Kalpten Sev,
Kahkahalara Boğul
ve Yüzünü Güldürmeyi Başaran Hiç Bir Şeye Sırtını Dönme…
Yaşam denilen macerada ne kendi hapishanemizi yaratacak, ne de sevdiklerimizi cezalandıracak kadar uzun zamanımız yok…
Şimdilik her zaman olduğu gibi hoşça kalın,akıl sağlığınızı korumaya çalışın!

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Neden Küpe Takarlar?

Bekâret Kemeri

İyi ve Kötünün Felsefesi Nedir?