O...pu Kezban!

O....pu Kezban

Bugün pazar biraz dinlenmek biraz da ağrılarıma derman bulmak üzere kaplıca kaçamağı yaptık bugün...
Yoldayım kucağım da Niğde elması ayak ucum da kabuklu cevizler...
Dağların arasın da kesilen internetle mücadele ederek ağır aksak yolumuza devam ediyoruz...

O arada bir mesaj...

O...pu Kezban!
Aslında O... devamını siz anladınız da ben yazınca hemen yasaklanıyorum yavaş yavaş akıllanmaya başladım. Şifreli yaz... Okuyucu hayal gücünü kullansın...

Neyse evet mesaj okul arkadaşımdan gelen uzunca bir yazıydı bir solukta okuduğum yazıyı sizle paylaşmasam olmazdı...

Yol uzun güzel, keyifli geçirdiğim iki günlük sağlık tatilinin ardından herne kadar düşünmemeye çalışsak da gerçek bir dünya ve gerçekler var...
Bu yazıyı zevkle okuyacağınıza inanıyorum.

*
Bu hikâye Malatya’da geçer. Bu, bir tercüman eşliğinde eğlenmek için geneleve gelen iki Amerikalı coni ile genelevde çalışan Kezban’ın hikayesidir..!

Ah Kezban ah, eli öpülesi Kezban .! Belki de şimdi yaşamıyorsun. Keşke yaşasaydın da görseydin, gerçek orospunun kim olduğunu.. !

Menderes’in Türkiye’yi ‘küçük Amerika’ yapmaya çalıştığı günlerde, yani 1955-1960′lı yıllarda yaşanmış gerçek bir hayat hikâyesidir,

Malatya’nın en canlı sokaklarından biri de, genelev sokağıdır,

Gündüz Cumhuriyet Bayramı kutlanmış. Gece saat 12′ye yaklaştığı sırada içeriye ağızlarında pipo, sarı saçlı, uzun boylu iki kişi ile beraber şık giyinmiş tombul bir adam girdi. Bu iki yabancı, ‘uzman’ sıfatıyla bir dost memleketten getirilmişlerdi,, Bir yıldır yakındaki 15.000 nüfuslu bir Anadolu kasabasındaydılar.

Daha önce Kaymakam kasabada böyle bir şey olamayacağını, arzu ederlerse falanca yerdeki ‘Türk pavyon’una gitmelerini tavsiye etmişti…Bunun üzerine iki genç, tercümanlarını da yanlarına alarak önce Malatya’ya, sonra da faytoncunun rehberliğinde buraya gelmişlerdi…

Yani Malatya genelevi’ne..!

İlk dakikalarda yadırgadıkları bu yer, git gide hoşlarına gitmişti. Akşamdan beri 25 müşteri savmış olan Kezban, gramofona oynak bir plâk koymuş, kırmızı mayosunun içinde dönüp duruyordu… Yabancılar Kezban’ı seyretmeye başladılar. Sonunda Kezban’ı işaret ederek, tercümanlarına bir şeyler dediler…

Tercüman çaça kadın’a :

- Mösyöler bayanı istiyor..!

Tercümanı duyan Kezban adamlara şöyle bir baktı… Sonra :

- Müthiş yorgunum anne. Mazur görsünler..!

Cevap tercüme edilince, yabancılardan uzun boylusu sertleşen sesi ile :

- Ne demek..?

- Böyle yerlerde müşteri reddedilmez ..! diye diklendi…

Kezban hiddetlenerek :

- Yorgunum efendim..!.. Lâftan anlamaz mısınız siz..?

Tercüman :

- Bu mösyölerin kim olduğunu bilmiyorsun galiba ..? Hem bir orospu müşterisinin arzusunu yerine getirmeye mecburdur..!

Kezban :

- Ben orospuyum..! Ama bu mösyöler kim olursa olsunlar, arzularını yerine getirmeyeceğim..!

Diğer kadınlar şaşkın şaşkın ona bakmaktaydılar… Kezban’ı o güne kadar hep para canlısı olarak düşünmüşlerdi..!

Tercüman yediği hakareti hazmedememişti :

- Senin gibilerinin hakkından polis gelir..!

- Buyurun efendim, polis iki adımlık yerde..!

Şişman tercüman hışımla dışarı çıktı. Biraz sonra yaşlıca bir polisle içeri girdi… Ecnebilere karşı daima nazik olmayı, onlara kolaylık göstermeyi vazifesinin mühim bir düsturu sayan polis, Kezban’a :

- Mösyöler seni çiftetelli oynarken bulmuşlar, demek ki yorgunluk bahane, şu halde sebep ne Kezban..?

- Sadece istemiyorum..!

- Fakat vazifeni unutuyorsun. Sonra senin için fena olur..!

Genelevin dilberi Kezban, âdeta deliye döndü :

- Bana hiç bir şey olmaz, polis bey..!  Ben gavurlara orospuluk yapmam polis bey .! Beni nihayet buradan başka bir yere sürebilirsiniz,!  fakat sürüleceğim yer gene Türk ili değil mi ..?

Herkes susuyor, iki yabancı alık alık bakıyordu… Kezban ise yumruklarını sallayarak söyleniyordu :

- Ben gavur orospusu değilim, polis bey..!

- Ben Türk orospusuyum..!

Diğer kadınlar başlarını önlerine eğmişlerdi… Yaşlı polis ise gözlerindeki ıslaklığı göstermemek için, ağır ağır bahçeye çıkarken Kezban hâlâ bağırıyordu :

- Ben gavurun altına yatmam, polis bey..!

- Ben Türklerin orospusuyum..!

- Gâvurun değil..!

Bu anlatılanlar, kaderin sillesini yemiş vesikalı Kezban’ın , cılız öpülesi elleriyle , ülkemizi işgal eden gâvurlara attığı yaman tokadın hikâyesidir… İşte böyleee … Bir kaç dolar kazanabilmek için, yabancıların önünde eğilen bütün politikacılarımıza…

İş adamlarımıza,,

Bürokratlarımıza,,

Medya mensuplarına,,

Ve “keşke İngilizlerin idaresinde olsaydık ” diyebilen o çok namuslu ( ! ) hanım kızlarımıza,,

Ve ' keşke Yunan galip gelseydi' diyen vatan hainlerine,

Velhâsıl, kadın /erkek bütün vesikasız orospularımıza ithaf olunur ..!

Ve o şişman tercümanın adı neydi biliyor musunuz.. ?

TURGUT ÖZAL ..!
--------------------------------

Kaynak : Doç. Dr. Mehmet KAYA
Ondokuz Mayıs Üniversitesi,,

Evet Doç. Dr. Mehmet Kaya’nın anlatımıyla yazılan bu alıntı böyle son buluyor...

Ne diyeyim bir O...pu Kezban kadar olamayıp üç kuruş menfaaat için Suriyeli işçi çalıştırıp istihdam yaratan daha sonra da Suriyeliler gitsin! yaygarası kopartan üç kuruş fazla kira almak  için bu insanlara yer yurt sağlayanlarımı, yoksa memleketimin parsel parsel satılmasına göz yumanlarını yoksa... yoksa sınırlarımızı tehlikeye sokacak yanlış kararlar alıp şehit haberlerini duymakla bizi sınayanları mı yazmak gerek....

Velhassıl bir Kezban kadar olmadık ya!

Şimdilik her zaman olduğu gibi hoşça kalın, akıl ve beden sağlığınızı korumaya çalışın!


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Dünün Ardından…

Neden Küpe Takarlar?

Hadi Yine İyiyiz…