Bedel...
Bedel…
Türk siyahî tarihi de aynen benim tansiyon gibi yerinde durmaz oynak Perihan misali… Hiçbir zaman orta yolu bulmayan ve statik gidemeyen bir siyaset ve yönetim şekli…
Ben nasıl ki her tansiyon yükselişinde ya da düşüşünde salak gibi oluyorsam bizimde siyasetimiz, ekonomimiz aynen bu şekilde…
Şimdilerde eski siyasetçileri özleyeceğim hiç aklıma gelmezdi, meğerse gerçekten hepsi ülke gönüllüsü,halkın adamıymış.E.. Kötünün kötüsünü görmeyince insan kıymet bilmiyor.
Ben siyasetten, ekonominin öngörülerinden hiç anlamam. Bildiğim tek şey bu siyasetin ve ekonominin halk olarak bana etkisi ve hayatımın refah düzeyinin ne halde olduğudur.
5 Nisan paketi dâhil ekonominin çalkalandığı dönemde dahi hiç bu kadar aptala döndüğümü hatırlamıyorum. O dönemde bu çalkalanma bir kesimi, daha çok dolarla iş yapanları yerle yeksan etmişti.
Ya şimdi?
Halkın çoğunluğunu etkileyen bir kaosun içindeyiz. Patron, işçi, memur, üreten… Tek bu işten kazancı olan, zaten ülke ekonomisinin içinde olmayan, dönemin yönetimi sayesinde parasına para katan vatan hainleri değil mi?
Türk Lirasının galiba bu kadar değersizleştiği tek dönemi yaşıyoruz.
Bulgar parası, Azeri parası hiç bu kadarda değerlenmemiştir.
Bütün bu hadiseler sizce salgından dolayı mı?
Türkiye ekonomisini salgın mı? Bu hale getirdi…
Ben bile böyle olmadığının farkındayım. Nasıl bir şansları var ki yapılan hatalara çarçabuk bir kulp bulunabiliyor.
Yaşadığımız afetler, neden bitirilmediğini az çok bildiğimiz PKK belası, üzerine de gelen dünyayı kasıp kavuran salgın…
Ancak ya daha öncesi, çok değil aslında 2016’lar da başlayan halkı etkileyen ciddi bir ekonomik krizin üzerine bir kriz daha yaşamaya başlamıştık.
Zira üretimi bitirmek, Türk topraklarını bedelini bilemediğimiz karşılıklarla satmak ve sonsuz Arap seviciliğimiz bizi sonunun karanlığa götüreceği yolun sinyalleri değil miydi?
Geldiğimiz son nokta; Artık pazarlarda ikinci el eşyalara rağbet çoğaldı, sokak hayvanları derken sokak insanlarını görür olduk, insanlar yiyecek bir lokma ekmek peşindeyken, şimdi o lokma aslanın kuyruğuna kaçtı. Hastalar ilaçlarını alamaz, parası yoksa tedavisini olamaz oldu.
Hiç kimseye kızacak halimiz yok. Tek kızılması gerekenler yine bizi…
Yanlış seçtiğimiz vekillerimiz çünkü sağlam muhalif olamadılar. Sağduyulu davranmayıp yanlış insanlara oy veren bizler…
Bunlar kim mi? Kendini tam ifade edemeyip tabandan uzaklaşan aydınlar…
Bunlar kim mi? Zamanında gerçekten yoksul olan insanları görmeyen, onlara yokmuş gibi davranan bürokratlar…
Bunlar kim mi? Küçük esnaf, pazarda tezgâh açan, iki sahte söze inanan çiftçi, inşaatta çalışan emekçi, sendikalar, sivil toplum örgütleri ve hatta “Atatürkçüyüm “ diyen insanları sınıflandıran düşünceleri, inançları yüzünden onları hakir gören sözde Atatürk sevdalıları.
Kısacası “bana ne yansın bu dünya” diyen ağababaları…
Şimdiyse hepimiz aynı kazanın içinde kaynıyoruz. Bütün bu yaşananların birey olarak tek tek suçlusu biziz…
Ne ülkemize, ne oylarımıza ne de ilkelerimize sahip çıkabildik ve aslında toplumlaşma zincirinin, halkası olduğumuzu ve bu halkanın bir zincirinin kopmasıyla zincirin dağılacağını fark edemedik.
O yüzden nedense bu yaşananlar fakirin, mazlumun sınavı oldu.
Yapılan haksızlığın, iş bilmezliğin bedeli cennet kapılarıysa, inanın bunun bedelini, bizi dinle uyutmaya çalışan ahrette bile yeri olmayanlar ödeyecek. Madem bu inanışta bir yönetilme şeklimiz var. Firavun kabilesinin de nasıl helak olduğunu bizden çok daha iyi bildiklerine eminim.
Son Söz: Biz; Atamıza, şehitlerimize, ülkemize ihanet ettik, bu bedeli de oldukça ağır ödüyoruz. Hak ettik mi? Ettik!
Bu amansız sınavdan geçecek miyiz? Aklımız başımıza gelir, korku kültüründen kurtulup,”bana ne” cilikten vazgeçersek, evet!
Tek temennim, mundar ettiğimiz dünyaya bırakacağımız evlatlarımızın bizleri affetmesi.
Şimdilik her zaman olduğu gibi hoşça kalın,akıl ve beden sağlığınızı korumaya çalışın!
Yorumlar
Yorum Gönder